Hani bir manzara vardır ya, tepede güzel bir çiçek tarlası sonsuz denizlere kadar uzanan. Denizin eşiğinde kalmış, bir adım daha gitse boğulacak.
Onun suyuyla beslenir, onun tuzlu kokusuyla kendi kokusunu karıştırır ama asla ona ulaşamaz o çiçek tarlası.
Deniz ise öylece besler onu, beslediğinin bile farkında olmadan. Suyunun ona şifa olduğunu bilmeden öylece düşler hayallerinde.
Ne kadar güzel olduğunu düşünür, kendi güzelliğini görmez. Her çiçeğin ayrı pembesine imrenir, kendisinin duru mavi renginin nasıl güzel olduğunu bilmez.
Kavuşmak ister, bir fırtınada ulaştırmak ister dalgalarını ama yapamaz. Onun kendisinin içinde boğulacağını bilir, onu öldürmeden saatlerce izler.
Oysa çiçek tarlasını denizin şifalı suları yaşatır. Çiçek tarlası olmasa da, deniz hep oradadır. Ama deniz olmadan uçurumun kenarında çiçek tarlası yeşermez.
Çiçek tarlası bilir bunu, sokulur denize daha çok. Şifasını ondan esirgemesin diye daha da güzel görünmek ister denize.
Deniz bunu bilmez, öylece durur olduğu yerde. Aşkından bazen içi yanar, fırtınalar çıkarır ama sonra pişman olur sessizliğe gömülür. Fırtınada bir zarar geldi mi diye gözleri hep çiçek tarlasındadır. İzler, durur.
İkiside asla kavuşamayacaklarını bilir ama ayrılamazlar da birbirlerinden. Deniz çekilse, çiçek ölür. Çiçek solsa, deniz fırtınalarda kaybolur. Bilirler, ayrılmazlar birbirinin yanı başlarından.
Ne bir adım geri, ne bir adım ileri.
Yiğit'le hikayemiz böyleydi. Bu manzarada saklıydı söyleyemediklerim. Bu manzarayı her gördüğümde o gelirdi aklıma ama sesim çıkmazdı. Susar, öylece izlerdim. Kavuşamayacak olmamızın acısını dindirmeye çalışırdım suskunluğumla.
Bugün tatile günümdü. Ama yine de erkenden kalkmış, sahilde ufak bir yürüyüşe çıkmıştım. İşte bu manzaraya karşı bunları düşünürken dün ki yaşananlar geldi aklıma. Yiğit şaşırmış, bir şey diyememişti. Bende kalkıp gitmiştim. Sabah onu evden çıkarken gördüğümde günaydın demiştim, gülümsemişti. Cevap vermeden öylece inmişti merdivenlerden. İçimdeki fırtınaları bilmeden çekip gitmişti yanımdan.
"Ama zamanı değil gitmenin, kendimden sana."
Kulağımda çınlanan şarkı sözleri ne kadar da oturuyordu içime? O şiirleri, nasıl sanki ben yazmışım gibi yazıyorlardı? Eğer ben yazsaydım bu kadar güzel anlatamazdım oysa.
Kısa, sessizlik içinde yaptığım yürüyüşten sonra kızlarla haberleşmiş ve onların ufak bir piknik sepetiyle yanıma gelmelerine izin vermiştim.
Aslında pek havamda değildim ama fazla ısrar etmişlerdi. Ve düğünden sonra ilk defa Ebrar'la görüşecektik, o yüzden bilmediğimiz düğün dedikodularını dinlemek bizi güldürebilirdi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
İpek'
General FictionUzak, çok uzak diyarlardan gelmiş gibiydi gözleri. İki yeşil boncuk düşmüştü yer yüzüne,o da onları çok sevmiş takıvermişti sanki kirpiklerinin arasına. O kadar güzeldi ki gülüşü, bıyıklarının arasından firar edip kaçıveriyordu bazı zamanlar. O hoş...