Güneşin batışında bulutların kızıllığı, batının turunculuğuna karşı doğunun masmavi göğe kucak açması gibiydi seni sevmek.
Sanki milyarlarca yıldır bu gökyüzü burada değilmiş gibi her baktığınızda farklı bir detay farkediyordunuz ya, işte seni izlemek bu hissi uyandırıyordu içimde.
Şimdi karşımda ahşap masaya yaslanmış ders notlarını okurken sen, elimdeki kitaba değil sana bakıyorsam bunun sebebi seni sevmem miydi?
Üstüne giydiğin artık solmasına rağmen yeşile dönük tişörtünü sevmem sana kalbimde yer verdiğim için miydi?
O dağınık, her bir teli bir keman teli değerine eş o saçlarına bakarken mest olmam gözlerimin sana hayran olmasından mıydı?
İçimdeki onca satırları sana yazmam, sen her nefes alıp verdiğinde yüreğimin üstündeki gül yapraklarının göğsümün içinde uçuşması bundan mıydı?
"Beni biraz daha böyle taciz edersen ders çalışmayı bırakıp kafamı kucağına koyacağım."
Yorgun çıkan sesine gülmek istesem de zorla olsa da kaş çattım.
"Seni izlemiyorum, kitabımı okuyorum." dedim yalancı bir kızgınlıkla. Kızgınlığım gibi söylediklerimde yalandı.
"Buradan kitabının kaçıncı sayfasında olduğunu görebiliyorum."
Omuz silktim.
"143." dedi tek nefeste. Anlamaz gözlerle bir ona bir de kitabımın sayfa numarasına baktım. Gözlerim dehşetle ona döndü.
"10 dakikadır o sayfada takılı kaldın ve bu sayede benim dikkatimi dağıtıyorsun."
Söylediği cümleyle bu sefer silkilmeye hazır omzum oynamadı. Benim olduğum tarafa doğru bakmadan nasıl da biliyordu bunca şeyi?
"Biraz daha konuşursan kalkıp yukarı çıkacağım." dedim tehdit dolu sesimle. Bir yandan da işaret parmağımı yüzüne doğru salladım.
Ders çalışmak için aşağı ineceğini ve ona kahve yapmam gerektiğini söylemişti. Kahvesini yapıp eline tutuşturduğumda ise benim kupamın nerede olduğunu sormuş, onunla bahçeye gelmem için yalvaran gözlerle bakmıştı. Tabi ki kıyamamış, kendime de bir fincan kahve alıp, dizinin dibine oturmuştum.
Parmaklarıyla bir fermuarı kapatıyormuş gibi yaptı dudaklarının üstünden. Memnuniyetle gülümseyip 143. sayfama döndüm.
Ama aklım hala ondaydı. O güzel aklı, nasıl da işliyordu böyle, anlam veremiyordum.
Daha sonra gideceğim iş görüşmesini düşündüm. Bugün cumartesiydi ve pazartesiye bir randevum vardı. Ne giymem gerektiğini dahi bilmiyordum. Üstüme beyaz bir pantolon ve gömlek giyip renkli ayakkabılarla süslemek geldi. Ama sonra vazgeçtim, küçük kızın karşısına bir hemşire gibi çıkmak istemiyordum. Başımı iki yana salladım.
Bu sırada Yiğit'in gözleri bana takıldı.
"Ne oldu?"
Yüzüne baktım ve alt dudağımı aşağı doğru sarkıttım.
"Pazartesi yeni öğrencimle tanışacağım ama ben ne giyeceğimi bilmiyorum."
Yiğit önce anlamaz gözlerle baktı. Sonra koca bir kahkahayı savurdu evrene. Evren o kadar şanslıydı ki, Yiğit'in o şen kahkahasını içine hapsetmişti. Keşke benim göğsüme doğru bıraksaydı gülüşünü, orada sarıp sarmalar, süslerdim o gülüşü. Kadife kutulara koyar, incilerle işlerdim.
"Derdin bu olsun be güzelim, bulursun sen giyecek bir şeyler." dedi umursamaz bir tavırla.
Neden bilmiyorum ama bozulmuştum. Derdim bu değildi. Derdim, tanışacağım bu küçük kızı etkilemekti. Onun sevimli olduğunu tahmin ettiğim yüzünde çiçekler açtırmaktı.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
İpek'
Fiksi UmumUzak, çok uzak diyarlardan gelmiş gibiydi gözleri. İki yeşil boncuk düşmüştü yer yüzüne,o da onları çok sevmiş takıvermişti sanki kirpiklerinin arasına. O kadar güzeldi ki gülüşü, bıyıklarının arasından firar edip kaçıveriyordu bazı zamanlar. O hoş...