3

5.7K 218 5
                                    

Dizlerimin üstünde başı olan adamı izliyordum. O kadar güzeldi ki onu seyretmek, gün batımında bulutları izlemek gibiydi. Çok alışık olduğun bir manzara olmasına rağmen gözlerini ondan alamıyordun. Her gün görmene rağmen bakmaya doyamıyordun sanki.

Göğsünün üstündeki elimin parmaklarını biraz oynattım. Hafif bir mırıltı çıkarıp uyumaya devam ettiğinde başımı gökyüzüne doğru çevirdim.

Aklım o kadar karışıktı ki, hala kendime bir iş bulamamıştım. Ve bu gidişle evde boş boş oturmaktan başka bir şey yapamayacaktım.

3 gün sonra Ebrar'ın düğünü vardı. Elbisemi hala terziden almamıştım.

Akşam ziyafetinden sonraki gün Yiğit bizi -uzun ikna çabaları üzerine- Nişantaşı'na götürmüş ve saatlerce bizimle dolaşmıştı. Ama ne yazık ki ben hayallerimdeki gibi bir şey bulamamıştım. Fazlasıyla özeniyordum çünkü insanın hayatında sayılı yakını vardır. Gözünün önünde büyümüş bir insanın evlenmesi beni fazlasıyla duygulandırıyor, bir yandan da heyecanlandırıyordu.

Bu kadar özendiğim için teyzem beni tanıdığı bir terziye götürüp 1 ay içinde bir elbise dikip dikemeyeceğini sordu ve bu sayede kendi tasarladığım bir elbiseyi diktirdim. Hayallerimdeki kadar güzel oldu mu bilmiyordum ama Yiğit beni o elbisenin içinde görünce ne yapacaktı, çok merak ediyordum.

Elbisemin son provası 1 hafta önce olmuş, küçük bir daraltmadan sonra hazır olacağını söylemişti elbisemi diken kadın. Bu sabahta arayıp istediğim zaman gelip alabileceğimi haber vermişti.

Gökyüzüne bakmaktan ağrıyan boynumu hareket ettirip uyuşan bacaklarımı biraz kımıldattım. Bu sırada Yiğit'te gözlerini zor da olsa açmıştı.

Bir tablo düşünün. Büyük bir çınar ağacının altında kırmızı çiçekli elbisesiyle oturan bir öğretmen, dizlerinde dağınık saçlı, yorgun suratlı uyku sersemi bir yiğit... Hep romanlarda okurdum böyle güzellikleri. Sevdiğim adamla yaşadığım bir çok hayalimde olmuştu. Beraber kumsalda kamp yapmış, orman yürüyüşlerine çıkmış, kitap okumuş, hamakta uyuya kalmıştık. Ama hiç birinde gözlerinin içine bakıp onu sevdiğimi söyleyememiştim. Anılarımızın hiç birinde benim onu sevdiğimi bilmiyordu. O romanlardaki adamların aşık oldukları kadınlara baktıkları gibi bakmıyordu. Hiç bir anımızda.

Kuşların cıvıltılarını dinleyip görkemli çınar ağacının yapraklarını izlerken ve bulutlar bana eşlik ederken düşüncelerimi kontrol edemiyordum.

Dizlerimde uyuyan aşık olduğum adamdı. Ama o bunu bilmiyordu. Bu yüreğimin daralmasına sebep oluyordu. Sanki yüreğimde kafeslere kapatılmış onlarca kuşun kaçmaya çalışırken ki çırpınışlarındaki acı, yüreğimin odacıklarını parçalıyorlarmış hissine kapılmamı sağlıyordu.

Dün gece geç saatlere kadar ders çalışmış, bu yüzden uyuyamamış olan Yiğit'i temizlik yapan Mine teyze evden postalamıştı. O da çareyi benim yanıma gelip 'Beni uyutur musun?' diye sorarak bulmuştu. Küçükken hep uyuyamadığımız zamanlar birbirimizi uyuturduk. Şarkılar söyler, birbirimize kitaplar okurduk.

Normalde olsa bu sorusunu geçiştirir, dizlerimde uyumasını engellerdim. Onun dizimde uyuması demek, benim onu defalarca kez izleyip tekrar ve tekrar hayran olmam demekti. Kendime hakim olmalıydım.

Ama Yiğit yorgun suratı ve kızarmış gözleri ile yaramaz bir çocuk gibi karşımda öylece dururken ona hayır diyemedim. Elinden tutup bahçeye indirdim ve dizlerimde uyuttum.

"Günaydın uykucu. " dedim kalkmasına yardım etmek için sırtından destek verirken.

"Gün ne de güzel aydı senin yüzünle."

İpek'Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin