Kaskatı kesilmişti vücudum. Kalbimin ürkek bir kuşun kalbi gibi titreyerek çarptığını hissedebiliyordum. Bunu kim yapardı ki? Yuşa'yla alakalı olsaydı bana değil ona gelirdi bu fotoğraf. Kim bilir, belki de ona da bu fotoğraf gönderilmiştir. Ama benim mailimi nereden bulabilirdi ki o kişi? Bunu anlamanın tek bir yöntemi vardı. Yuşa ile konuşmalıydım. Yüzümden çekilen kanı, suratımda hissettiğim ürpertiden hissedebiliyordum. Acilen kendimi toparlamalıydım. Odama geçip aynadaki yansımama baktım. Kireç gibi olmuştum. Babam kötü bir şeylerin olduğunu anlayabilir, ya da hasta olduğumu sanıp telaş yaparak aklı ben de kalabilirdi. Yüzüme renk gelsin diye kullanmayı hiç sevmediğim pembemsi allığı yanaklarıma sürdüm.
Hızlıca sol cebimdeki telefonu çıkartıp Yuşa'ya yazdım:
-Acilen konuşmalıyız.
-Ne oldu? Aramamı ister misin?
-Hayır. Müsait olduğunda sokağın bitiminde ki parkta görüşelim.
Yazıp gönderirken içimdeki huzursuzluk kıpırdayarak tekrardan yerini belli etti. Ya aynı kişi ya da kişiler, izimizi bulup tekrar bizi çekerse?
-Hayır, orayı boşver. Çatı katında buluşalım.
Çok geçmeden cevap geldi.
-Tamam.
Belki de bu işte Yuşa'nın parmağı vardır? Zaten o gün söyledikleri samimi gelmemiş, aksine içimdeki şüpheyi arttırmıştı. Fakat Yuşa böyle bir şeyi neden yapabilirdi ki? Sanırım elindeki bu kozu kullanarak bana istediği her şeyi yaptıracaktı. Ya da tek amacı eğlenip dalga geçmektir. Kafam ve midem bulanmaya başladı. Daha fazla düşünmemek için efor sarf ettim. Eski hayatıma dönmeyi deli gibi istiyordum...
Yarım saatin sonunda Yuşa'dan mesaj gelince ses çıkartmadan evden tüydüm. En yukarı, çatı katına geldiğimde Yuşa'nın benden önce gelmiş olduğunu fark ettim. Bana dönüp, "Acil olan ne?" diye sordu. Hâlâ güvenemiyordum. Ama konuşmaktan başka çarem yoktu.
Telefondaki fotoğrafı gözünün önüne dikip,"Biri beni zorla öptüğünü, daha doğrusu taciz ettiğin o anki durumu fotoğrafla karelemiş, bak!"
"Ne? Nasıl yani? Bunu kim attı sana? Ayrıca bir daha sakın bana karşı taciz lafını kullanma!"
Gözlerinin içi alev alıyor gibiydi. Aptal seni.
"Peki. Bu fotoğraf da neyin nesi? Sen mi çektirdin? Söyle sen mi yaptın bunu?"
Olabildiğince sert çattı kaşlarını. Gözleri üzerimdeyken kendimi polise ifade veren suçlular gibi hissediyordum. Ama ona inat gözlerimi ayırmadım gözlerinden.
"Cidden sana inanamıyorum! Ben böyle bir şerefsizliği asla yapmam, anladın mı?"diyip ekledi:
"Ayrıca mail sana geldiğine göre bu kişi senin çevrenden biri..."
Kollarını iki yana açarak,"Çünkü bana bu tarz bir mesaj gelmedi..."
Psikopatça bakıyordu yüzüme. Sanki her an beni doğrayacak gibi...
Bir şey dememi beklemeden merdiven basamaklarını öfke yağmuruna tutacak şekilde aşağıya indi. Sanırım üzerine çok fazla gitmiştim. Ağlamamak için kendimi zor tuttum. Ölmek istiyordum. İçinde aslanların olduğu bir kapana sıkışmış gibi hissediyordum. Ya da toprağın altındaki tabuta...
Gelen mailin cevap kısmına girip, parmaklarımın klavye üzerinde süzülmesine izin verdim.
-Kimsin sen? Ne istiyorsun benden?
Çok geçmeden cevap geldi.
-Eğer bunu öğrenmek istiyorsan, gece sana söyleyeceğim yere gel.