Medya: Bölüm şarkısı
Pera (Belki de Aşık Oldun)-
Kuzey... En son ki -daha doğrusu ilk konuşmamızda- kalbimi kıran Kuzey, şimdi baygınca yatıyordu sedyede... Allah kahretsin! Bu kadar iğrenç şeyler hissetmek zorunda mıydım? Soğukkanlılığımı koruyup dolan gözlerimdeki yaşı akıtmadım. Akıtamadım... Çünkü ihtiyacı vardı bana... İşimi yapmam lazımdı! Kuzey'in ardından gelen diğer dört kişiyi de acile
aldılar. Kuzey'in kanayan kafasına baktım. Kan boynuna kadar süzülmüştü. Kanının rengini inceledim. koyu kırmızıydı. Bordo rengi gibiydi, kan rengi. Tekrar açıldı gözleri. Tek çizgi gibiydiler. O an... göz göze geldik. Hiç ayırmadan gözlerini, gözlerime baktı. Lanet olsun! Ağlayamazdım... Hayır hayır, şimdi olmamalıydı! Kafa travması olabilirdi. Acil doktorları çok geçmeden geldi.İçimden dualar ediyorum bir şey olmasın diye.. Doktor, bana hastanın kafasındaki yarayı temizleyip kafa tramvası riski için röntegene götürüp film çektirmemi istedi. Aynı zamanda iç kanama şüphesi içinse gereken uygulamalar yapmamı söyledi.
Hiç zaman kaybetmeden kafasındaki yarayı temizlemeye koyuldum. Sana ilk dokunuşlarım böyle mi olacaktı, Kuzey? Hastanede. Acil de... Sen böyle baygınken... boyundaki kanı temizlerken boynunun ne kadar da sıcak olduğunu ayrımsadım. Uzun uzun baktım Ona. Kıvırcık saçları normalden daha da dağınıktı. Ellerine dokundum... Asla dokunamayacağımı sandığım ellerine... Çok güzel bir histi. Ne çikolata ne de alışveriş... Mutlu olmak için Kuzey'in ellerini tutmak yeterdi. Bu ellerin bana ait olmalıydı Kuzey.
"Seni seviyorum, galiba..."diye söylendim.
Seviyor muydum? Yoksa sadece bir hoşlantıdan mı ibaretti? Bunu nasıl anlayabilirdim ki... Matematik sorusu çözmek kadar zordu bunu anlamak.
Onun hayatına girip onu mutlu etmek istiyordum. Üzülmeyi özleyecek kadar mutlu etmek istiyordum, Kuzey'i...-
Kuzey'i acil odasına almıştılar. Film sonuçlarının çıkmasını bekliyordum, deli gibi. Ailesi de gelirdi birazdan. Dayanamadım. Onu düşünüyordum. Boşta kalan elini... Elini tutmalıydım. Elini tutup yanında olduğumu göstermeliydim!
"Şirin, beni idare eder misin? Lütfen. Çok, çok önemli."
"Tamam, tamam da... Melis sana ne oldu? Ağlayacaksın neredeyse, sesin de berbat? Noldu kötü bir haber mi aldın?"
Burnumu çekip,"Sonra konuşalım."diyip koşarak Kuzey'in bulunduğu odaya geldim.
Lanet olsun!
Neden Kuzey? Neden! Neden motor kazası? Ne yaşadın da dikatsizce sürdün o piç motoru?
Yatağın kenarına oturdum. Nefes alış verişlerini dinledim, göz kapaklarının altındaki gözlerinin gülerken kısılışını gözlerimin önüne getirdim.
Ellerini tuttum ve yine mutluluk hissi doldu taştı. Endorfinin ana kaynağıydı ellerin, Kuzey.
Dayanamadım. Gözyaşım süzüldü yanaklarımdan. Sana bu kadar değer veriyorken ve sen bu haldeyken ağlamamak kalpsizlik olurdu herhalde... Her ne kadar bende de bir kalp olduğunu unutarak konuşmuş olsan bile, sana değer veren bir kalbim vardı, Kuzey.
Bir daha bu elleri tutup bu güzel yüzü izleyemeyeceğimi bildiğimden, doya doya izlemek ve dokunmak istiyordum. Yanaklarını okşadım. Umarım kötü bir sonuçla karşılaşmazdım. Karşılaşmazdın. Karşılaşmazdık...
"Keşke sana verdiğim değerin değerini bilebilsen. En azından bilsen..."
Bağımlık yapması normal miydi? Neydin sen Kuzey? Seni unutmaya çalışıyorken neden bu hastaneye geldin? Neden? Neden şu an ellerin ellerimde? Neden ifadesiz yüzünü izliyorum? Benimle oyun mu oynuyorsun sen? Senin için hâlâ küçük bir kız çocuğu oluduğum için mi oynuyorsun benimle?
Saate bakınca 20 dakikadır burada olduğumu fark ettim. O an bir çılgınlık yapıp, Kuzey'in yanağına küçük bir buse kondurdum. İçimden Ona deli gibi sarılmak istedim ama yapamazdım...
Birileri gelmeden odadan çıkıp sonuçları öğrenmeye gittim. Lanet olsun hâlâ çıkmamıştı sonuçlar! Ne bu çivi yazısını mı idrak etmeye çalışıyorsunuz? Ahh, sinirlerimi bozmamam lazım!"Melis! Neredesin sen? Acil bu kadar karışmışken, işten mi kaytarıyorsun sen? Bu işi yapamayacaksan derslerini de almayacaktın! Stajın için eksi bir puan... Şimdi işine dön. Bir daha yakalarsam acımam, ona göre."
Ahh çok güzel! Fırça atmaya can atan başhemşirenin radarına yakalanmıştım. Bir kez eline düştüm, artık gördüğü her yerde mutlaka fırça atar.
Hiç zaman kaybetmeden işime döndüm.
-
O kadar çok iş yüklemiştiler ki, kaşınan başımı kaşımayı unutmuştum. Gece saat 4 idi. Kuzey aklımdan bir an olsun çıkmamıştı. Acaba ailesi gelmiş miydi? Etraf biraz dinginleştikten sonra Kuzey'in bulunduğu kata yöneldim. Odanın penceresinden baktım içeriye. Kumral bir kadın ve uzun boylu orta yaşlarda bir adam vardı. Annesi ve babası olmalıydı. Derin bir nefes verdim. En azından tek değildi.
-
Daha sonra Kuzey'e bakan doktorla görüştüm. Neyseki hiçbir şeyi yokmuş! Ahh, şükürler olsun. Fakat net bir şey demek için uyanması gerekiyormuş. Ahh, deli çocuk... Ya sana bir şey olsaydı? Seni kazanamadan kaybetmek...
-
Sabaha doğru tekrardan Kuzey'in odasına gittim. Kimse yoktu. Fırsat bilip içeriye girdim. Hâlâ uyuyordu... Uyumak bir insana bu kadar mı yakışırdı. Uyuyan bebeğini izleyen anne gibi huzurla doluyordu içim, Onu izleyince. Ellerini tuttum ürkerek.
"Uykusuzluğumun en güzel sebebisin."
Keşke yanına kıvranıp yatabilseydim. Kalbinin sesini dinleyerek ikimizin olduğu bir rüyaya dalabilseydim, keşke... keşke...
Böyle düşünürken Kuzey gözlerini açtı, ağır çekimde.
Kalbim deli gibi attı. Aman Tanrım! Sapık sanacaktı beni!
Çıkmasını zorladığı sesiyle,"Beni sen mi öptün?"dedi.
Bir şey diyemedim. Sadece başımı salladım.
Yine aynı şekilde:
"O zaman kendime geldim de, yani uyandım."dedi.
"Bilseydim bu kadar iyi geleceğini, saatlerce öperdim."dedim utana sıkıla.
Tebbessüm etti. Tebbessüm ettim.
"Adın ne?"diye hiç beklemediğim bir soru yöneltince gülümsemem söndü.
:)