Kıpırdayamıyor ve nefes alamıyordum. Arkamdaki bana sarılan beden ona mı aitti?
Yutkundum, arkamı dönüp hızlıca kaçamaz mıydım? Belime sıkıca sarılmış eller ile biraz zor olurdu.
"Arkanı dönüp bana o güzel yüzünü göstermeyecek misin Sevda'm?"
Sesi kısık ve naifti. Ses tonunu bile özlemiştim şu üç ayda, doğru ya... Biz neredeyse üç aydır görüşmüyorduk. Özlem artık ikimizin de boğazını saran sarmaşıklar gibiydi. Belki de bu sarmaşıklardan kurtulmamızın zamanı gelmişti...
Ellerini nazikçe belimden çektim ve yavaşça arkama döndüm. Yüzüne bakmak yerine göğsüne doğru bakıyordum, henüz yüzüne bakmaya cesaret edememiştim.
Avuçlarını yanaklarıma koyup yüzünü bana yaklaştırdı. "Neden o güzel gözlerini benden tarafa çevirmiyorsun?"
Nasıl bakacaktım ki yüzüne? Ne diye seslenecektim ona, Cengiz ağabey diye mi?
Gözlerimi gözlerine diktim, anında parladıklarına şahit oldum. Bal rengine kaçan renkleri vardı gözlerinin ve ona da çok yakışıyordu. "Neden şimdi geldin?" diye sordum. Ona kızgın ve kırgındım. Tam ona olan duygularımı kabullendiğimde çekip gitmişti, ona hiçbir şey olmamış gibi geri dönecek değildim. Gurursuz bir kız asla olmamıştım.
"Şimdi gelmem gerekiyordu Sevda'm, senden hiçbir zaman vazgeçmedim. Mersin'de seni aklımdan geçirmediğim ne saat oldu, ne de gün."
Dedikleriyle doldu gözlerim. Benden gerçekten de vazgeçmemiş miydi?
"Neden gittin ki? Tam seni Cengiz olarak kabullendiğimde neden gittin? Kırgınım ve kızgınım sana, nasıl geçecek bilmiyorum?"
Onun da gözleri dolmuştu, tebessüm ederek başını iki yana salladı. Hala avuçları yanaklarımdaydı.
"Gökteki yıldızlar şahidim olsun Sevda, gitmek zorunda olmasaydım gitmezdim. Seni burada, aklında onlarca soruyla bırakmazdım. Ama şimdi buradayım, bu sence de önemli değil mi?"
"Bahanelerini duymak istemiyorum!" Hışımla ellerini yanaklarımdan çektim ve göğsüne yumruklar atmaya başladım, aynı zamanda da ağlıyordum.
"Gitmiştin işte! Hiçbir açıklama yapmadan, arkanı bile dönmeden gitmiştin. Şimdi bir şey olmamış gibi geri dönüyorsun, ne sanıyordun Cengiz? Kollarımı açıp sana geleceğimi mi?"
O da ağlıyordu fakat olaya benden daha temkinli yaklaşıyordu. Ben ise zıvanadan çıkmıştım. Elleriyle ona vuran ellerimi tuttu ve dudaklarına götürdü. İkisini de öpüp "Senin vurduğun yerde çiçekler açar Sevda'm," dedi.
Dondum ve "Ben o çiçekleri soldurmayı da bilirim ama," dedim. Ağzımdan çıkan acımasız cümleler sanki benim değildi, ona bunu demek istememiştim. Kızgındım ve kendimi kontrol edemiyordum.
Bana bakan parlak gözleri anında sönmüştü. Buruk bir tebessümle "Ben senden gelecek her şeye razıyım," dedi. Ardından ellerimi bıraktı, ellerim garip bir şekilde soğumuştu. Onun dokunuşları beni yakıyordu, bıraktığı anda da soğuyordu.
Havadaki ellerim iki yanıma düştü. Elinin tersiyle göz yaşlarını silip "Sana bir hediye aldım, verebilir miyim?" diye sordu.
Omuz silkip kollarımı göğsümde topladım, hediyeleri sevmezdim.
Cebinden siyah bir kutu çıkardı, içinde ne olduğunu az çok tahmin edebiliyordum.
Bana verdi ve "Açmanı istiyorum, lütfen açar mısın?" dedi.
Başımı sallayıp açtım ve güzel bir kolyeyle karşılaştım. Altın işlemeleri olan, çiçek motifli bir kolyeydi.
"Çiçeği tanıdın mı?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Anemon| Tamamlandı
Teen FictionDuyduklarım gerçek miydi? Bana mektup gönderen, bana aşık olduğunu dillendiren kişi o muydu? Kalbim bedenimden çıkacak gibiydi. "Sevda..." Göz yaşlarım istemsizce akıyordu, durduramıyordum. Kafamı iki yana salladım, nasıl Adonis o olabilirdi ki? ***...