yehuu uzun bir aradan sonra selam ;)
umarım bu bölüm hoşunuza gider...pamuk eller oya ve yoruma diyeyim, sizi de bölümle baş başa bırakayım. 🎃••
Hayatım boyunca uzayla pek fazla ilgilenmedim. Pekala, gezegenler ve asteroidler hakkında az buçuk bilgim vardı. Fakat iki insan arasına giren o boşluk, uzay olunca, bütün devrelerim yanmıştı. Uzayla ilgilenmeyi aramızdaki o uzaklığı fark edince istemiştim. Çünkü adlandıramıyordum.
Hamza'nın yanından ayrıldığım an aklımda ne yapacağımla ilgili bir fikir yoktu. Bir tarafına sokmasını söylediğim o sınırları kuvvetlendiren insan ben olmuştum bu sefer. Bana karşı olan git gelleri böyle sonuçlar doğuruyordu işte! Ben istemez miydim ona içimden geldiği gibi davranmayı?
Ama söz konusu Hamza Taravalı olunca böyle olmuyordu. Bakışlarıyla, sözleriyle ve hareketleriyle sağ olsun beni çoğu şeyden pişman ettiriyordu. Benimle konuşmak istediğini söylüyor ama yanında ikram niyetine sınır da sınır diyip duruyordu. Her seferinde bir gram umutla yanına gidiyordum. Fakat akıllanmamıştım. Hamza beni ümitlendirmeyi her daim başarıyordu. Bunu kabullendiğim an ayaklarımın altındaki pedalları kuvvetle çevirdiğimi hatırlıyorum.
Kafa dinlemek için gittiğim o güzel yerden böyle darmadağın dönmüştüm işte. Elimde hiçbir şey olmadan. Pardon, tek bir şey vardı.
Hamza gidiyordu. Gözümüz aydın oldu mu? Pek sanmam.
Eve döndüğümde pek şaşırdığım tablo yoktu gözlerimin önünde. Babam son dakika haberlerini izlerken abimse son gününün keyfini çıkarırcasına leş gibi üçlü koltukta oturuyordu. Gülşah ablam salonda değildi, büyük ihtimalle odasında inzivaya çekilmişti.
Bisikletimin kilidini antredeki büyük kırmızı kaseye koyduktan sonra pek de düşünmeden doğruca mutfağa geçmiştim. Beni beklemeden yemek yediklerini düşünmek zor değildi. Sanki annemi kaybettikten sonra bir düzensizliğe mahkum olmuş gibiydik. Annem varken... Cümleye böyle başlamak sanki boşluğa atlamak gibiydi. Derin nefes aldırır ve boğulmaya hazır bir şekilde devam ederdim konuşmaya.
Masanın üzerindeki meyve kasesinden yeşil elmayı alıp ısırmaya başlamıştım bile. Herkesin garibine giderdi ama ben her yemekten önce mutlaka bir meyve yerdim. Sanki başta bir ferahlık katıyor yediğim yemeğin doluluk hissini kısıyor gibiydi. Elmamı ısırırken mutfağa Mustafa abimin girdiğini ayı gibi sesler çıkardığında fark ettim. Evde sanki ergenliğe yeni girmiş bir oğlan vardı. Sanırım erkeklerin çoğu böyleydi. Geç olgunlaşma doğru bir olaydı.
Yirmi sekiz yaşındaki bir adama absürt kaçacak bir şekilde maymun takliti yaparken ben şaşkınlıktan elmamdan bir sonraki ısırığı alamadım. Ellerini koltuk altı hizasında oynatıp tuhaf sesler çıkartırken gözlerini şaşı yapıyordu. Karşımdaki adamın abim olması şaşırılacak bir durumken daha fenası da vardı. Maymun takliti yapan bir askerdi karşımdaki. ''Gerizekalı mısın abi sen?'' Kaşlarım şaşkınlıkla havalanırken yanaklarımdaki elmalara rağmen konuştum.
Ona gerizekalı dememi beklemişçesine normale dönerken ürkütücü asker moduna geri dönmüştü. Tabi bunları gıcıklık olsun diye yaptığı için alıştığımı söylemem gerekiyordu. ''Abinim ben senin,'' Sen benim abim falan değilsin, Hamza Taravalı. Eh, tabi bu aklıma geldiğinde abiminin devamında söylediği şeyi duymadım. Sadece omuz silkip yanında geçtim.
''Gülşah'ın yanına bir uğra. Yakut mu Elmas mıdır nedir o gelmiş.'' Çatık kaşlarla tezgahın üzerindeki baharatlıkları bir çıkarıyor bir geri sokuyordu. ''Akşam akşam.'' Diyip başını iki yana sallıyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
NEHY
Lãng mạnona hayran olduğum zaman sadece 9 yaşındaydım, onu unutmaya çalıştığımda ise 17 yaşında. kalbimi göğüs kafesimden koparırcasına çıkardığında ise yaşım yoktu. yaşım sıfırdı. yaşı sıfırdı. - yaş farkı içerir.