Yüz yetmiş beş , yüz yetmiş altı , yüz yetmiş yedi , yüz yetmiş sekiz , yüz yetmiş dokuz , yüz seksen....
Bir sağa bir sola giden annemi izleyen gözlerimi yumdum. "Yeter. Sadece babamın mezarına gitmek istiyorum. Bu kadar büyütme anne."
Ellerini sımsıkı at kuyruğu yaptığı saçında gezdirdi. Gitmesi gereken toplantıya gidemiyordu çünkü babamın mezarına gitmek istediğim için beni evde bırakmayı reddediyordu. Kaçacağımı falan düşünüyordu. Ve evet gitmeme izin vermezse kaçacaktım.
Annem kendini koltuğa bıraktı. "Bak , ben toplantıma gideyim sen de bana söz ver. Gitmeyeceksin. Yarın okul çıkışı beraber gidelim."
Israrla reddediyordum. "Bugün bayramın son günü. Babamın mezarına gitmek istiyorum. Bugün gitmek istiyorum. Zaten iki haftadır evden adımımı atmama izin vermedin anne. Lütfen."
"Başına bir şey gelsin istemiyorum. Yanında güvenilir biri olmadan dışarı çıkamazsın."
"Tamam. Dedemi ara onunla gideyim. Olmaz mı?" diye sorduğumda başının sıkıntıyla iki yana salladı.
"Deden dün şehir dışına çıktı."
Kaşlarımı çattım. "Sebep?"
Annem önce gözlerime , ardından elindeki telefona baktı. "İş içindir Asrın ne bileyim ben," dedi. Bana , sanki beni geçiştiriyormuş gibi geldi.
Bir süre daha odanın içinde dönüp durdu fakat kararım kesindi. Bugün oraya gidecektim. Yalnız ya da değil. Her yıl bayramlarda babamın mezarında geçirirdim bir günümü. Yine aynısını yapacaktım.
"Buldum," dedi annem. Kahverengi gözlerini telefonuna götürdü , parmağı ekranın üzerinde kaydı. Telefonunu kulağına götürüp birkaç dakika bekledi. "Gökmen," dediğinde daha bir dikkat kesildim. Gökmen'le gitmem de herhangi bir sakınca yoktu. Fakat annemin yüz ifadesi pek de tatmin olmuş gibi değildi. Birkaç dakika konuştuktan sonra yüzünü asıp telefonu kapattı. "Yalova'da seminerdeymiş."
Omuz silktim. "Her neyse," dedim ayağa kalkarken. Sabah bahçeyle uğraştığım için bir banyoya ihtiyacım vardı. "İstersen sen geç kalma. Beni eve kilitlesende ben gitmenin bir yolunu bulurum. Bilirsin."
Merdivenin ilk basamağına basmışken "Nereye?" diye sordu.
"İznin olursa duşa gireceğim. Ha onun için de yanıma refakatçi mi gerekiyor? Mazallah duşta beni öldürmeye çalışırlar değil mi?" dedikten sonra annemin konuşmasını beklemeden odama çıktım. Üzerimdeki kirlenmiş , dizleri topraklanmış eşofmanı çıkardım.
Kendimi sıcak suyla buluşturduğumda ayaklarımın ucunda biriken suyun içinde içimdeki sıkıntı vardı. Ve suyla beraber akıp gitti.
İki haftadır bu evde hapis hayatı yaşıyordum. Tek farkı gökyüzünü görebilmemdi. Onun dışında görüş saatlerime gelen özel ders öğretmenlerim vardı.
Bulut...o günden sonra hiç uğramamıştı. Gelir diye düşünmüş müydüm? Evet. Gelse bile onu kovacak mıydım? Yine evet.
Beni çalıştırma fikri hala aklıma yatmamıştı. Sürekli düşünüyordum. Sebep neydi? Beni o halde görüp içinin acıması mı? Yoksa kendini buna zorunlu hissetmesi mi? Belki de o 'garip' kişiliğinin arkasına saklanan başka bir Bulut vardı.
Eğer bu olay Ebrar'ın başına gelmiş olsaydı "Çünkü o bana kıyamıyor. Çünkü bana aşık." diyerek kasım kasım kasılırdı. Fakat ben öyle yapamıyordum.
Biri bana "Bulut sana aşık," dese heralde hönkürerek gülerdim. Hatta hönkürerek gülerken , ayaktaysam yere falan düşer yeri yumruklardım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Asrın Kızı
Teen FictionBir kız düşünün. Kaybetmenin tadını almış. Bir kız düşünün. Yalanların içinde boğulmamak için çırpınmış. Bir kız düşünün. Boğulmamak için kendine uzanan ilk ele sarılmış. Bir kız düşünün. Sarıldığı elin aslında hiç var olmadığını öğrenmiş. Bir kız...