"Dedee!!!"
Yatağımdan nasıl fırladım , ayağım soğuk zemine değdiğinde nasıl öylesine tiz bir çığlık attım hiçbir fikrim yok. Tek bildiğim salak gibi , köpeğimi evde unutmuş olmamdı. Merdivenleri hızlı hızlı inerken , dedemin adını bağırıyordum. Cidden böyle bir salaklığı nasıl yapabilmiştim ben.
"Dede! Nerdesinizya! Ölsem haberiniz olamayacak!" diyerek bir yandan sitem ediyor , diğer yandan da sesimle çiftlik evini inletiyordum. Merdivenlerden inip parkeye zıpladım. Yeri inleten adımlarımı mutfağa yönlendirdim fakat çalışan kadından başka biri yoktu. Kadın sanki kutlas bir görevdeymiş gibi domates doğruyordu. Onun konsantresini bozmamak için diğer odaları gezmeye başladım.
Artık kendimi o kadar kaybetmiştim ki "Elma dersem çıkın , armut dersem çıkmayın , Elma!" bile demiştim. Çıplak ayaklarıma aldırmadan evden dışarı çıktım ve önce dedemin serasına gittim. Ayağımın altı önce betona sonra toprağa temas etmişti. Sonbaharın habercisi soğuk rüzgarı ve çalışanları umursanadan kısacık şort ve tişörtle çiftlikte dört dönüyordum. Kıvırcıklığının hakkını sonuna kadar veren saçlarım kabarmakta çığır açmıştı. Bu halim sabahları insanların göz sağlığına tamamen zarar veriyordu.
Çıplak ayaklarımın altına değen soğuk mermerle çığlık attım. "Dede!" diyerek tekrar bağırdım. Bu kez istikametimi ahırlara yönlendirmiştim. Çıplak ayaklarım samanların ve çamurun üzerinde geziyor ve bu hiç iyi hissettirmiyordu. Ki bastığım şey umarım çamurdur yoksa aksini kaldırabileceğiki sanmıyorum.
"Buradayım , yavrum," diyen dedemin sesi arkamdan geliyordu. Hızla sağ omzumu çevirerek arkamı döndüm ve beni kaşları çatık bir biçimde süzen dedeme burukça gülümsedim. "Senin halin ne böyle?"
İki elimi ,mahvoldum, mesajı vermek adına yukarı kaldırdım. "İyot'u evde unuttum," diyerek kafama vurdum. "Salak ,ben."
Dedem elindeki bahçe hortumunu kenara bırakıp bana eliyle ,gel, diyerek , yürümeye başladı. Çıplak ayaklarımın çamurlu zeminde çıkardığı vıcık vıcık sesleri ve ayaklarımın altına yapışan samanları umursamamaya çalışarak yavaş adımlarla arkasından ilerledim. Atlarla ilgilenen benden dört ya da beş yaş büyük , tahminen Gökmen yaşarda olan , adamın beni dudaklarının kenarları kıvrılmış bir şekilde incelediğini farkettiğim an çay bahçesindeki çocuğa yaptıklarım aklıma geldi ve sinsice gülümsedim. Adam ona gülümsediğimi sanmış olacak ki sol göz kapağı indi ve kalktı. Kaşlarım anında çatılırken dedemin yanında ,Bulut'un tabiriyle 'vahşi kıvırcıklık' yapamayacağıma göre dişimi sıkabileceğim kadar sıktım ve dedeme yetiştim.
"Köpeğini sen okuldayken getirmiştim," diyerek evin arkasında ,gölgelikte uyuklaya köpeğimi gösterdi.
"Dede," diyerek yağcı torun rolüme bürünüp dedemin yanaklarını şapur şupur öpmeye başladım. "Eve alabilir miyim peki?" Dedem başını salladığında içimdeki sevinç dalgasıyla gidip köpeğime sarıldım. Onun kahverengi tüylerine bastırdım dudaklarımı. Aynı babamın yaptığı gibi burnumu tüylerini sürttüm.
"Ben içeri gidiyorum , kahvaltı yapalım seni okula bırakırım," diyen dedeme döndüm hızla.
"Gerek yok , ben otobüsle giderim."
Dedemin kaşları anında çatıldı. "Hayır, ben bırakırım," dediğin karşımda sanki dedem yokmuş gibi hissettim. Çünkü dedem bir anda hiddetlenmişti. Titrek bir şeklide başımı sallayarak köpeğime döndüm. Dedemin arkamdan uzaklaştığı hissettim fakat peşinden gitmedim. Dedemde bir gariplik vardı. Benim dedem kolay kolay sinirlenmezdi fakat az önce resmen tepesinden duman çıkıyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Asrın Kızı
Novela JuvenilBir kız düşünün. Kaybetmenin tadını almış. Bir kız düşünün. Yalanların içinde boğulmamak için çırpınmış. Bir kız düşünün. Boğulmamak için kendine uzanan ilk ele sarılmış. Bir kız düşünün. Sarıldığı elin aslında hiç var olmadığını öğrenmiş. Bir kız...