Şu ana dek sadece bir kez görmeme rağmen anında tanıdığım yüz bana doğru yaklaşırken yerimde duramıyordum.
"Geç mi kaldım?" dedi Burçin saatine bakarken. "12 dememiş miydik?"
Saat 12'ye geliyordu, erken bile gelmişti ama benim ne olur ne olmaz endişesiyle bir saat evvel geldiğimi bilmiyordu.
"Geldiğine hala inanamıyorum." dedim sorusuna sadece başımı sallayarak.
"Evde kış uykusuna yatıyorum falan mı sanıyordun? Arada bir hareket lazım."
Onunla buluşmayı teklif ettiğimde Burçin tabii ki kabul etmemişti, ama beklediğimden çok daha az ısrarın sonunda, işte buradaydık. Evine yakın bir kafede.
Bir süre onu inceledim. Menüyü okuyordu, kaşları hafif çatıktı.
Salaş giyinmişti, unisex kıyafetler giydiğini ise zaten biliyordum.
Garson siparişimizi almak için geldiğinde başını kaldırdı, benim bir şeyler düşünmediğim ise o an dank etti.
Burçin'in siparişini vermesini bekleyip aynısından söyledim, rezil olmak istemiyordum.
Garson uzaklaşırken, masada sadece ikimiz varken, üstüne bir de Burçin'in gözleri bendeyken gerçekten gerilmiştim. Sessizlik oluşmaması için acilen bir konu düşünmem gerekiyordu, bense sadece Burçin'in'gözlerine bakıyordum.
Beynim heyecandan ne yapacağını şaşırmıştı. Bunun mesajlaşmadan farklı olmaması gerekirdi, oysa çok farklıydı. Artık söylediklerine verdiğim tüm tepkileri anında alacak, bana yorumlar yapacaktı.
Benimle konuşurken yanda bir dizi izleyip ondan bahsetmeyecekti, aynı anda 3 sohbet ilerletmeyecekti.
Dikkati bendeydi, hayatımın en stresli anını yaşıyordum.
Sonra "Ee," dedi. "Pasta mı reçel mi?"
Bir an dünyanın en geri zekalı insanı gibi hissettim.
"Efendim?" dedim kekelememeyi başararak.
"Yanağındaki, pasta mı reçel mi diyorum." Elini kendi yanağının üstünde bir noktaya koydu. "Boya olmasını tercih ederim gerçi, nasıl yiyorsun da oraya bulaştırdın?"
Gösterdiği yere elimi götürdüğümde yapışkan bir pembelik geldi elime, şaka gibiydi.
Sabahtan beri defalarca aynaya bakmıştım. Dişlerimde bir kalıntı olmasın diye o kadar incelerken ise belli ki, kafamı yana çevirip yanağıma bakmayı ihmal etmiştim.
"Meyve suyu sanırım."
Güldü bir eliyle ağzını kapatırken.
Bunun bir özgüven eksikliği belirtisi olduğunu biliyordum. Burçin'i ise özgüvenli sanıyordum, bu ondan bekleyeceğim son hareketlerdendi.
"Diş teli mi kullandın?" diye sordum pat diye.
Gözleri açılırken "Evet?" dedi sorar tonla.
Gülümsedim, en azından hala tahmin edebiliyordum.
Cevap vermediğim için nedenini üsteledi Burçin, sonunda bahsettim ağzını kapatma huyundan.
Buluşmasak böyle bir özelliğini hiç fark etmeyeceğimden de, tabii. Buluşmanın iyi yanlarını ortaya çıkarmalıydım ki devam etsin.
Siparişlerimiz gelene kadar onun diş teli tedavisi boyunca çektiği acılardan, yediği –yiyemediği- yiyeceklerden bahsettik.
Konu oradan yemek seçmesine, seçiciliğine, arkadaşlarına, üniversite hayatına ve sonunda benim sınavıma geldi.
Kolamın son damlasını hüpletirken kelimenin tam anlamıyla, zamanın nasıl geçtiğini anlamamıştım.
Baştaki o stresim yerini tatlı bir telaşa bırakmıştı. Ona iyi görünmeye çalışıyordum, rezil olmaktan korkuyordum çoktan meyve suyu şovumu yapmış olsam bile.
Bütün buluşma boyunca Burçin'i sarıp sarmalayasım gelmişti sebepsizce, konu onun biber yememesiyken bir insan neden böyle bir şey düşünürdü ki?!
Bir süre sonra "İyi konuştuk be." dedi Burçin sonunda telefonunu açarak.
Sohbet boyu telefonu cebindeydi, bir kez bile çıkarmamıştı. Bu gururumu okşamıştı, bilerek yapmış olsun ya da olmasın.
"Konu bulmakta üstüne yok, bir de sohbet özürlüsü gibi davranıyorsun kendine."
"Valla öyleyim." dedi yeniden göz temasını kurduğunda. "Ama şimdi eve dönmem lazım, bayağı olmuş oturalı."
Başımı sallarken hayal kırıklığımı gizlemeye çalıştım. Zaten saatlerce oturmuştuk, daha ne olacaktı ki?
Burçin hesabı isterken tek düşündüğüm şu an ayrılıyor olmamızdı, bir an önce eve dönüp konuştuğumuz her şeyi yeniden incelemek istiyordum ama o konuşmaların devamını yapmak varken incelemenin esamesi okunmazdı.
İkimiz de cüzdanımızı çıkarıp birbirimize baktık, o an sonunda düşüncelerim başka bir konuya odaklanmayı başarmıştı.
Hesabı ben ödemek isterdim, ama bu Burçin'i kırar mıydı?
Hesabı erkeğin ödediği şeklindeki algı yüzünden, garson benden bekliyordu. Bunu yıkmak için onun ödemesine izin vermeyi düşündüm, ama bunu da istemiyordum. Normalde arkadaşlarımla buluştuğumda Alman usulü yapardık, ama böyle bir şeyi teklif etmek de saçma olurdu.
Aynı düşünceleri aklından geçiriyor olacak, bir süre o da konuşmadı.
Sonunda "Şimdi ben ödeyeyim, bir dahakine sen ödersin." dedi bulabildiği en iyi çözüm olduğu hissiyle. Aklına yatmadığını hissediyordum ama daha fazla beklemek garipsenecekti, herkes tarafından.
Bir dahaki kısmında havalara uçtuğumu belli etmeden onayladım, artık bir başka buluşma için ısrar etmemi sağlayacak bahanem de vardı.
Burçin fişini alıp ayaklanırken sevinç içinde, onu takip ettim.
Artık sevdiğim insanı hem kişiliğiyle, hem de mimikleriyle tanıyordum.
O değil de geçen gün tanıştığım bir insanla yaklaşık 2 saat o kadar iyi sohbet döndürdük ki...
Hani ben yakın arkadaşlarımı bile o kadar bilmiyorumdur.
Sorduğumuz sorular basit şeyler değildi, karakterimizi belirlemeye yarayacak kaliteli şeylerdi. Cidden çok eğlenceliydi.
Bu bölümü yazarken o insanla olan sohbetimi hayal ettim, konular tamamen farklıydı ama o andaki duyguları Sarp'ın yaşadığını düşündüm zihnimde. Yansıtabildiğimi hiç sanmıyorum tabii.
Her neyse, iyi okumalar.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Trans Günlükleri
Teen FictionŞans eseri bulduğu bir günlük, Sarp'ın hayatını değiştirir. Farklı düşüncelerden nefret eden insanlara bu hikayede yer yok. Her birey farklı düşünür, geri kalanlar da ona saygı duyar. Not: Bilmeniz gerektiğini düşündüm, translık bu hikayede çok da b...