Tüm soluklarım ciğerlerimi yakıp dışarı çıkıyordu, gökyüzüne bakıp nefes almayalı tam tamına 522 gün 3 saat 20 dakika olmuştu.
Bu zaman diliminde türlü belalara baş uzatmış, karanlık sokakların mevzularına burnumu sokmuştum ki çoğu kez bunu yapmamam gerektiğini en acı şekilde öğrenmiştim.
Yine de hiçbir an o acıyı bastıramamıştı.
12 Temmuz 2016 ikimizin de aldığı son nefes günüydü. Bir buçuk yıldır olduğu gibi o günü düşündüğümde kalbime milyonlarca iğne batıyordu. Çıkarmaya bir tek benim gücüm yeterken ben, çıkardığım her iğne deliğinden içeriye sızacak duygu silsilesinden kendimi sakınıyordum.
İnsanların sana ne oldu sorusuyla kafayı bozmuş, her yanındayım kelimesinde krize girecek şekilde batmıştı dünyam.
Saçlarım eskisine göre on beş santim daha uzun, bebek suratımda eskiden göremeyeceğiniz tüyler yerini sert kıllara bırakmıştı.
Zaman benim için durduğundan kıyafetlerim çokça eskiydi.
Gecem gündüzümü kıskanıp ona katılalı da yaklaşık bir buçuk yıl oluyordu.
Ne vardı ki tüm bu durumlardan şikayetçi olan hiç kimsem, hiç kendim bile yoktu.
Beni yine buraya getiren şeyin bu sefer özlemden çok bir mektup olmasıydı. Mektubu alalı neredeyse bir buçuk ay oluyordu
-Bu mektubu ilk kez sana bugün getirdim
-Şimdi beni dinle lütfen sana bir şeyler okuyacağım dedim yanıma konan kargaya kısa süreli bakış atıp
Merhaba oğlum,
Tüm mektuplar nasılsınla başlayıp selamlarla biter ama biz her zamanki gibi farklıyız. Hiçbir zaman kurmak istemediğim bir cümle olsa da bu, başın sağ olsun. Ayten'in ölüm haberini aldığımda aradan neredeyse bir ay geçmişti bu sebepten cenazeye katılamadım, daha sonraysa yüzüm tutmadı. Seni aradım, sana ulaşan tüm yollar kapalıyken son çareyi yıllar öncesinin devrinde kalmış bu mektupta buldum. Seninle ilk konuşmamın böyle olacağını aslında hiç hayal etmemiştim. Demek istediğim artık seninle kavuşma vaktimizin geldiği. Seni İstanbul'a davet ediyorum. Tüm buradaki işlerimin tek varisi olarak arkamda güvenebileceğim oğlumun olduğunu bilmek şu yüreğimi nasıl rahatlatıyor bilemezsin. Sağlıcakla kal. Dönmeni bekliyorum...
HER DAİM SENİ SEVEN
BABAN
-Şimdi gitmeliyim anne biliyorum bizi birlikte tutan bu mezar değil sen hep benim yanımdasın, İstanbul'a gelmek istemiyordun ama benim orada sana çok ihtiyacım var seni götürdüğüm için kızma bana, başımı toprağına yaslayıp bir süre dinledim sessizliği
-Şimdi gidip toparlanmalıyız Cansu da gelecek, iki haftadır beraber yaşıyoruz eminim tanısan sen severdin Cansu'yu ama benim en değerlim sensin bu hiç değişmeyecek seni seviyorum.
Mezarlıktan çıkıp arabaya bindikten sonra güneş gözlüğümü taktım Cansu bir önceki gün uzun bir alışveriş yapmış beni de berbere gönderip saçlarımı kestirmişti şimdi üzerimde onun aldığı elbiseler onun yarattığı -içimle hiç alakası olmayan- dış görünüşümle güneşin tam ortadan vurduğu arabasında çalan retro bir müzik eşliğinde ilerliyorduk Cansu yol boyunca ilk ve son kez başını çevirip bana bakmıştı bense onu gidene kadar izlemiştim.
Düşünerek, neden beni bulduğunu birden nereden çıktığını onca zamana rağmen neden bırakmadığını bir şekilde hayatıma girmişti ve şimdi beni annemden alıp tanımadığım bir şehre götürüyordu buna itiraz dahi edemiyordum. Çünkü bilirsiniz tek bir itiraz cümlesi kellenizi alabilir...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
PARÇA
Teen Fictionİyiliğin olduğu her yerde çaresiz bir günah vardır. Birkaç yanlış, birkaç günah Bunların bir hayat doğuracağını kim bilebilirdi, Ya da bir hayat alacağını Öğreneceksin. Sihirli bir aşkın tepeden tırnağa intikama bulanmasıydı. Herkes terk edilir pek...