Bakışları kan çanağına dönmüş bir halde annesinin mezarına kenetliyken, "Hiç tereddüt etmezdim," demişti Aras o yağmurlu günde.Rüya, Aras'ın sesinin titrediğini ilk, belki de son defa o gün, mezarlıkta duymuştu. Şu cümleyle... "Bin defa hayata gelsem, bin defa onun için ölür ama onu yine de affedemem."
Bu itiraf bile yetmişti Rüya'ya. Paris'teki bahçeli evinin geniş odalarından bir tanesi artık onun atölyesiydi. Boydan boya cam pencereden bahçedeki yemyeşil çimleri de onlara vuran güneş ışığını da görebiliyordu. Nasıl da aydınlık artık dünyası... Yüzü de ona keza ışıl ışıldı. Aras'ın ettiği itirafla onu kendisiyle barıştırmış, kalbindeki karanlık dehlizlere bir nebze olsun ışık sızdırmıştı. Aras annesini hala çok seviyordu. Kabullenemediği bu gerçeği dile getirmenin huzuru, kendisini Rüya'ya bıraktığı o cümleyle yerleşmişti kalbine. Batırmasına, üzerine duvarlar dökmesine gerek yoktu artık. Hayatını değiştiren, duygularını katleden o geceden sonra Rüya'yı hayatına alış biçimi aslında o gecenin Aras'a hatıra bıraktığı acımasızlıktandı hep. Hep, herkeslere kapalı bir kalbin insafsızlığıydı Rüya'yla evlenme biçimi.
Ama artık, sınırlarını keşfetmiş, kaybettiğini, Rüya'sını geri kazanmıştı. Ama en çok da kendi kalbini... Hem de Rüya sayesinde. Gece gözlüsünün gözlerinde bulduğu ışık sayesinde...
Rüya'nın yüzündeki ışıl ışıl gülümsemeye eşlik eden düşüncelerini dağıtan ses, hayatının sonuna kadar duymak isteyebileceği bir sesti. Aras'ın kendisine güvenli, derinden gelen sesiydi. "Ufaklık," dediğinde Rüya elini havaya kaldırarak ona dur işareti yaptı.
"Biraz daha yaklaşırsan sürprizimi mahvedeceksin." Bir eli havada, diğer eli de Aras'a sürpriz olarak hazırladığı tabloya renkler bırakan fırçadaydı.
"Merak etme, nerede duracağımı biliyorum."
Aras, bulunduğu yerden tabloyu göremiyordu ama Rüya'nın günlerce, çocuklardan bulduğu her fırsatta nefes bile almadan tabloyu yetiştirmeye çalıştığını biliyordu. Sergiye değil, Aras'ın bu akşam kutlanacak doğum gününe.
Rüya elindeki fırçayı paletin üzerine bırakarak, eline bir parça bez aldı ve ellerini silerek Aras'a yaklaştı. Attığı her adımda, Rüya'ya özel şu meşhur gülümseme alaycı bir hal aldığında Rüya'nın yüzü asıldı. "Ne var?"
"Her renk."
"Nasıl?"
"Paletteki her renk yüzünde var, tablonu boyarken palet yerine yüzünü kullanabilirsin."
O kadar mı kendinden geçmişti Rüya?
Aras Rüya'nın at kuyruğu şeklinde topladığı siyah saçlarından bir tutamını parmaklarının arasına sıkıştırarak "Hatta saçlarında bile boya var," dedikten sonra avucunun içindeki boyalı saçlara dudaklarını değdirdi. Alaycılığının yerini, aşk dolu bir fısıltı aldı. "Neyse ki her haline aşığım."
"Ben de sana..."
Rüya'nın elini tutan Aras, onu atölyenin dışına doğru yönlendirmeden önce manalı bir bakış dokundurdu karısının siyah gözlerine. "Benimle gel."
Rüya'nın kabulü anlamlı bir gülümseme oldu. Beraberce merdivenleri çıkmaya başladıkları halde hala ikinci kata ulaşmış değillerdi. Aras, onu hemen hemen her basamakta durduruyor, boynuna ve yüzüne sabırsız öpücükler bırakıyordu. İçindeki cesareti de evin sessizliğinden alıyordu. Ev o kadar sessiz ve sakindi ki, kimse orada üç çocuk, Nehir ve Rüya'nın anneannesiyle beraber yaşadıklarına inanmayabilirdi. Yardımcı iki kadın, günlerden Pazar olması sebebiyle ortalarda değillerdi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BİR PARÇA MASAL 2 AŞK
RomanceYetimhanede büyüyen Rüya'ya masal gibi bir hayat vadeden Aras Karahanlı bu masalın aşk kısmını eksik bırakmış, Rüya'nın masalına "bir parça masal" demiştir. Aşk tamamlandığında ise gerçekleri öğrenen Rüya Aras'ı çok sevdiği halde terk etmiştir. Bir...