Arselen
Herkes gibiyim bugünlerde. Normal insanlara benzer bir hayata sahibim. Ailem olmasa da aile diyebileceğim bir yere sahibim ve o ailenin içerisinde sevdiğim adama sahibim. Belki herkesten daha çok normal biriyim. Böyle hissetmeyeli çok olmuştu. Sonuçta o zamanlar Yankı'ya sahip değildim. Aşkıma var olan gücümle sarılıyorum.
Bugünlerde ilk aşkımı daha çok hatırlar oldum. O vaktinden önce hayatıma girmiş biriydi. Belki de vaktinde gelmiş ve gitmişti. Hayatıma kattığı çiçekleriyle gelip, solmuş çiçeklerle veda etmişti. Ona ne kadar çok şey borçluydum. Kendimde kaybolduğum o zamanlarda yer edinmişti. Yüreğime çiçek tohumlarını serpmiş ve beslemeden ayrılmıştı. Susuz kalan o tohumları Yankı beslemeşti. Onunla açmıştı yüreğimdeki tohumlar. Onun sevgisiyle güzel bir şekilde açılmıştım.Yankı vaktinden sonra gelendi. Hayatıma geç girmiş olmasına rağmen beni karanlığımdan çekmişti. Belkide onu kendi karanlığıma çekmiştim. Gülmeyi unuttuğum vakit gelmişti hayatıma . Gülmemeye ant içmiş yüzümü güldürmeye başlamıştı. Pencereler önünde çürürken, çürümüş yıllarım da ağladığım vakit gelmeliydi. Ne geceler ne gündüzler geçmişti hayatımda. Kendi kendime verdiğim yeminlerden dönmeme neden olmuştum.
Şiirlerimin bittiği yerde başlamıştı onunla hikayem. Hayatta böyle değil miydi? Tam her şey bitti derken başlardı hayat. Her kapanan kapının ardında yeni başlangıçlar vardır. Asıl önemli olan o başlangıçları görebilmektir ve ben o başlangıcı geçte olsa Yankı'da fark etmiştim.
Karşımda tüm güzelliğiyle duran adamı göz hapsine aldım. Sarı uzayan düz, uzun, yumuşak saçlarına, gözlerimin en derinlerine bakmaya çabalayan, nefret ettiğim kadını hatırlatan ela gözlerine, sol yanağında olan benlerine, düz küçük burnuna oradan her daim gülümseyen dudaklarına baktım. Duraklamadan incelemeye devam ettim. Köprücük kemiklerine yöneldim. Bu sıralar zayıflamış gibiydi. Bu sıcakta üst üste giydiği kıyafetleri dikkatimi çekmişti.
"Üşüyor musun?" Diye sordum merakla. Ani sorum karşısında şaşırmıştı.
"Biraz..." dedi. Son günlerde dikkatimi çeken başka şeyde ellerinin sürekli soğuk olmasıydı.
"Bilmediğim bir şey mi var?" Bu durum karşısında endişelenmeden edemedim. Yankı bir anda değişti. Yüzü değişik haller aldı. Tedirgin mi olmuştu? Kaşlarım bu halleriyle istemsizce çatıldı.
"Ne gibi?" Diye sordu. Sorumu soruyla karşılık vermesi normal bir şey değildi. Bir şey saklıyordu.
"Garip davranıyorsun." Oturduğu yerden masanın üzerindeki kumandayı aldı ve izlemeyi düşündüğümüz fakat tüm süre zarfında birbirimizi izlediğimiz filmi durdurdu.
"Bir şey olmadı." Bir şey olmuştu. Yalan söylüyordu. Yalan söylediği zaman kesinlikle göz iletişiminden uzak duran biriydi ve tırnak dipleriyle oynamaya başlamıştı.
"Şunu yapmayı kes." Dedim öfkeyle. Sesim sert çıkmıştı ve onu ürkütmüştüm. Yaptığı hareketi durdurmuştu. Fakat yüzüme bakmamıştı.
"Yankı!" Sesimde yumuşamaya dair kırıntı yoktu aksine daha sert çıkmıştı. Bedeninin titrediğini gördüm. Sonunda bana bakmıştı.
"Gerçekten senden bir şey gizleyemiyorum." Dedi gülümseyerek. Yanıma sokuldu. Kokusu ciğerlerime dolmuştu.
"Konuş." Silahlarımı indirmeye niyetim hiç yoktu.
"Bugün, öğleden sonra Simay ile buluştum." Demek sonunda konuşmuştu onunla. Hiçbir tepki vermeden konuşmaya devam etmesini bekledim.
"Onu affetmemi istedi. Özür falan diledi." Her ne kadar umursamıyor gibi görünse de kafasına taktığı açıktı.
"Sen ne dedin?"
"Bir şey demedim. Yani, onu hemen affedemem. Sonuçta yaptığı şey affedilir gibi değil." Dediği şeyde haklıydı.
"Ne hissediyorsun?"
"Kırgın. Beni önceliği olarak girmediği için ona çok kırgınım. Beni unuttuğu için öfkeliyim. Her ne olursa olsun beni ziyarete gelmedigi için çok kırgınım Arselen. Bu durumda yapabileceğim bir şey yok. Sadece kendisini nasıl affettireceğini izlemeyi seçtim." Sıkıca sarıldım. Onun için zor bir durumdu. Kim isterdi böyle olmasını.
"Sana bir şey sormak istiyorum." Diyince ayrıldık. Ses tonunda istemediğim bir şeyi söyleyeceğini biliyordum. Bu kez neyi kafasına taktığını ya da neyi öğrendiğini merak ediyordum. Geçmişimi kurcalamayı asla bırakmayacaktı.
"Ailenin nasıl olduğunu merak ediyorum." İşte başlamıştık. Tüm hatırlarım gün yüzüne çıkmaya başladığında kaşlarımı çattım ve sustum. Ben dalmış bir şekilde Yankı'nın gözlerine bakmaya başladığımda beni izliyordu.
"Lütfen..." diyerek ısrar etti.
"Annem, çok sevilen, sıcak kanlı, yardım sever, güler yüzlü bir kadındı babamın aksine. Babamı çok severdi." Buna rağmen baban onu asla sevmedi.
"Peki baban?" Buruk bir gülümseme beyda oldu dudaklarımdan.
"Bilmiyorum. O çok soğuk kanlı biriydi. Annem sürekli benle ilgilenirdi. Babam ise sadece işine odaklanırdı. Bir süre sonra her şey tepe taklak oldu. Annem anlam veremediğim bir şekilde beni evden uzak tutmaya başladı. Yatılı kereşler, yatılı okullar. Yazın dahi yatılı kurumlara bırakırdı. Benle ilgilenmeyi yavaş yavaş kesmeye başladı. Babamın öfke sorunları başladı." Sustum ve yüzünü incelemeye koyuldum. Gerisini duymaya hazır mı bilmiyordum.
YANKI'DAN DEVAM
Bir anda duraksaması korkutmuştu. Siyah gözleri gözlerimin içine baktığında beni izlediğini sanmıyordum. Daha çok kendiyle konuşur gibiydi. Karanlığa hakim olan gözleri dolmuştu. Daha fazla anlatmasını istemiyordum ama merak etmeden de duramıyordum. Sonunda bana anlatmaya başlamışken açıkçası durdurmak istemiyordum. Bir daha ne zaman anlatır meçhuldü. Bu nedenle susmayı tercih ettim.
"Bir gün annemden habersiz eve gittim. Evin kapısına vardığımda bağrışma seslerini duydum. Yine tartışıyorlardı. Ama bu kez daha korkunç gibiydi. Eşyaların kırılma sesleri geliyordu. Korkuyordum, hemde fazlasıyla. Kapıyı nasıl açtığım nasıl içeri girdiğim bilmiyorum. Ama annemi o küçük bedenimle yine korumaya koştum. Geç kalmıştım. 12 yaşımdaydım ve annemin ölüşünü izlemiştim. İçeri..." gözlerinden yaş akmaya başlamıştı. Daha fazla duymak istediğimi sanmıyordum. Karşımda acı çeken bir Arselen görmek istemiyordum.
"Anlatma!" Dedim net bir şekilde. Başını salladı.
"Anlatmak istiyorum." Dedi ve devam etti.
"İçeri girdiğimde babam annemin kafasını yemek masasının köşesine sert bir şekilde vurmuştu. Annemin acı dolu haykırışı kulaklarımdan hiç çıkmadı, yerde kanlar içerisinde yığılışını her gece tekrar tekrar rüyalarımda gördüm. Bana acıyarak bakan o gözleri hiç unutamadım. Tek bir kelime dahi etmedi. Sadece öyle baktı, baktı. Aslında çok şey söylemişti gözleriyle. Babam beni fark ettiğinde hızla adamlarını aramış olmalıydı pek anımsayamıyorum oraları. Karanlık bir boşluk. Bir şekilde annemin beni bıraktığı yurda götürülmüştüm. Zaten gizli gizli kaçtığım için kimsenin bu durumdan haberi olmamıştı. Bilmediğim bir şekilde babam hapise girmedi. Bu durumu polislere ne kadar anlatmak istesemde işe yaramıyordu. Kanıtların hepsi başka bir adamı gösteriyordu." Sıkıca sarıldım bu adama.
Her insana taşıyacağı kadar dert verilirdi diye duymuştum. Gerçektende öyleydi. Ben Arselen'in yerinde olsaydım yaşadığı şeyler karşısında onun kadar dik duramazdım. Evet, Arselen biraz karamsar, öfke dolu, kendini umursamayı bırakmış bir insandı. Onu bu hale getiren kişi babasıydı. O tüm bunları yaşamışken ona öğrendiğim şeyi nasıl söyleyebilirdim. 'Baban Simay'ın babasını öldürmüş.' Bunu düşünmek dahi korkunç bir şeydi. İlk başlarda inanmamıştım Simay'a. Taa ki Arselen anlatana kadar. Babası annesini öldürmüşse, başkasını da öldürebilirdi. Kollarımın arasındaki yaralı çocuğa daha da sarıldım. Acısını dindirmek istiyordum. Lakin elimden hiçbir şey gelmiyordu. Bedeninden ayrılınca akmaya başlamış gözyaşlarını baş parmağımla sildim. Soğuk ellerim sıcacık tenine değidiğinde ürperdim ve gülümsedim. Dokundukça yakmaya devam ediyordu. Her dokunuşu sanki ilk ve son kez gibi geliyordu. Onu her an kaybedebilirmişim gibi. Ellerimi yanağından çekmeden beni kendi karanlığına hapseden gözlerine baktım. O, duvarlar arasında gizli kalmış çıkmak istesede çıkamayan adamdı. O kimsesizliği iliklerine kadar tatmış, ihanetlerle ilerleyen, nefretle beslenen biriydi. İçindeki kırılgan çocuğu en ücra köşede zifri karanlıkta gizleyen, çocuğun gözyaşlarına aldanmayan bir adam olmuştu. İçinde gizlediği o çocuğu görebiliyordum. Gözlerindeki o masumiyet akan gözyaşlarını, o kırılgan çocuğu, mutluluğa aç olan çocuğu gözlerinde görebiliyordum.
Param parça oldu bedenim. Cehennem alevlerini gözlerinde gördüğüm adamda arttık o ateşe dair izler yoktu. Siyah gözlerinin içindeki yıldızlar solmuştu. Göz yaşlarımın yanaklarımdan süzülüşünü hissedebiliyordum. Başını sallayarak başımı elleri arasına aldı.
"Hayır, sakın ağlama Yankı. Ben bu gözlere sahip insanları ağlarken hiç göremedim. Gözlerine ihanet etme. Bırak bu gözler hep mutlulukla parıldasın ve ben her daim o şekilde hatırlayayım." dedi. Ne demek istediğini anlıyordum. Bir zamanlar nefret ettiği kadının gözlerine sahiptim ve annemin gözlerine. Onlar her daim gülümseyen insanlardı. Hayatı boyunca annesinin ağladığını görmemiş bu adama ihanet gibi geliyordu şu halim. Burukça gülümsedim, başımı salladım. Göz yaşlarımı eliyle silerken, göz temasımız hiç kesilmiyordu.
"Seni seviyorum." dudaklarımdan dökülen sözcüklerin yüreğine yerleştiğini hissedebiliyordum. Hiç beklemediği anda söylediğim sözcükler ortamı ısıtmaya yetmişti. Ayaklanıp alnımdan öptü. İtiraf etmeliyim çok hoşuma gitmişti bu hali. Bana ne zaman dokunsa kırılgan bir şeymişim gibi hissettiriyordu. Beni yaralamaktan korktuğunu biliyordum. Ama ben onu yaralamaktan daha çok korkuyordum.
"Annem birazdan gelir." Gözlerim duvardaki saate kaymıştı. Annem on dakika içerisinde evde olabilirdi.
ikimizde aynı anda ayaklanıp ortalığı toparlamaya başladık. Az önce yaşadığımız hüzünlü anın yerini gülümsemeler almıştı. Ortalığı toparladıktan sonra Arselen yorgun olduğunu söyledi. Beraber uyumamız teklifini reddetmiştim. Yorgun değildim ve aklımdakileri toparlamam gerekirdi.
Kapının açılma sesiyle kapıya döndüm. Sarı saçlarını at kuyruğu yapmış, siyah kalem etek, üzerine klasik beyaz gömlek giymesiyle tam iş kadınlarına benziyordu. Doğrusunu söylemek gerekirse ince, kıvrımlı vücuduyla annem en güzel kadındı. Yüzü bana dönünce gülümsedi.
"Selam." dedim. Başını yorgunlukla salladı ve yanımda yerini aldı.
"Babam gelmedi mi?" diye sordum merakla.
"Toplantıdaydı oğlum, bende çok yorulmuştum beklemeden geldim." diyerek açıkladı. Benim için daha iyiydi. Kendimi dikleştirerek ortamdaki havayı ciddileştirdim.
"Sana sormak istediğim bir şey var." dedim bir çırpıda. Annem merakla kaşlarını kaldırdı.
"Bana anlatmanı istiyorum." diyerek devam ettim. Annemin ela gözlerindeki merak gitmiş yerine hüzün yerleşmişti. Yaşanan her şeyi bildiğine eminim belki de herkesden daha çok şey biliyordu.
"Bekle beni." diyerek ayrıldı. Anlamayarak arakasından gidişini izledim. Aşağıya indiğinde üzerine rahat kıyafetler giymiş, elinde kitap benzeri bir şeyle geri dönmüştü. Hızla yanımda yerini alırken gözlerime baktı.
"Bugünün geleceğini biliyordum açıkçası."
"Nasıl yani?" diye sordum merakla.
"Sedef, yani Arselen'nin annesi söylemişti. Biliyorsun teyzen psikoloktu ve sizi çok dikkatli izlerdi. Küçüktün sonuçta ve bir çok şeyi hatırlamayacaktın. Ama en azından diğer çocuklar gibi hatırlamanı isterdim. Senin için bir şey aldı ve onu sana vermemi istedi. Bana şöyle demişti; 'O çok akıllı ve merak dolu bir çocuk. Bir gün farkına varacak ve sana gelecek.' Dediği gibi oldu." diyerek elindekinin kapağını açtı. Gözlerim ilk sayfa da sarı saçlı iki bebeğe odaklandı. Birinin ben olduğu açıktı fakat diğerinin kim olduğunu bilmiyordum. İşaret parmağımla diğer bebeği gösterdim.
"Bu kim?" diyerek sordum. Gülümsedi, çok içten bir şekilde hemde.
"Arselen." demesiyle şaşkına döndüm. Sayfayı çevirirken ben neler olduğunu algılamaya çalışıyordum. Gözlerim bir kaç sayfa sonra duran resimde durdu. Ben ve son günlerde gördüğüm çocuk hemen yamacımdaydı. Arkamızda da birbirine çok benzeyen iki kadın vardı. Birinin eli benim omzundayken, diğerinin eli hatırlayamadığım çocuğun omzundaydı. Annem ve teyzem olmalıydı. Ben algı yeteneğimi kazanmayı çabalarken annem konuşmaya başladı.
"Teyzen ve Arselen." diyerek parmaklarını ikisinin üzerinde gezdiriyordu.
"Arselen'i küçüklüğünden beri sakınırdın. Biri ona dokunduğunda öfkelenir o cılız bedeninle hadlerini bildirdin. Teyzen onu hep sana emanet ederdi. Ölmeden bir kaç gün önce beni gizlice aradı ve onu yanıma almamı, ona ancak bizim özelliklede senin koruyabileceğini söyledi." Diyerek gözlerime baktı.
Kafamdaki boşluklar dolmuş yüreğime büyük bir boşluk yer edinmişti. Onu unutmanın ızdırabını çekiyordum. Arselen ile olan tüm anılarımı tozlu rafa kaldırmış gibiydim. Ve ben unuttuğum raflardaki kitaplara bakma tenezzülüne dahi girmemiştim. Bu düşünceler içerisine girdiğim zaman dilimde annem bir süre yerinden ayrılmış tekrar yanıma gelmişti. Bu kez elinde yıpranmış bir defter vardı. Burukça gülümsedi ve elindeki sade mavi küçük defteri bana uzattı. Anlamsızca havada duran deftere baktım.
"Bunu sana daha önce vermediğim için özür dilerim. Okuduğunda umarım bunun nedenini anlarsın ve beni affedersin." Dedi. Uzun süre almadığım defteri masaya bırakıp gitti. Üzerinde 2007-2010 yazıyordu, en altta ise fark edilmeyecek şekilde küçük adım yazılıydı. Ürperdim. İçimdeki bu tuhaf his de neyin nesiydi? Ani kararla defteri alarak odama çıktım. Hızımı kesmeyerek açık mavi yatağımın ucuna oturdum. Elim kapağın üzerinde gezindi. Tarihler üzerinde gezinen parmaklarım duraksadı, kapağı açtım. İlk Sayfa bomboştu. Sinir bozulacak derecede yavaşlığımla diğer sayfayı açtım.
Sevgili günlük... Gülümsedim. Büyük ihtimalle o zamanlar tuttuğum günlük olmalıydı. O kadar acemi bir başlangıçtı ki... Merakla okumaya devam ettim.
Bugün annemden teyzemlerin bir kaç gün sonra geleceğini öğrendim. İçimdeki mutluluk tarif edilemez. Çünkü teyzem gelecekse Arselen gelecek demekti.
Diğer sayfaları okumaya devam ettim. Her sayfada onun geleceğini haber ediyor içimdeki kıpırtıyı anlatıyordum. Lakin onunla geçen zamana hiç ulaşmamıştım. Bir kaç gün geçmiş yerini iki haftayı almıştı. Anneme sürekli ne zaman geleceklerini söylediğim zaman bir kaç gün sonra diyerek geçistirdiğine değinmiştim. En sonunda Arslen'nin geldiği güne gelebilmiştim. Sayfada bir kaç mürekkep dağılmış damla damla şeklini almıştı. Bu sayfayı yazarken ağlamış olmalıydım.
Sonunda o geldi. Onun gelmesine sevinmeme rağmen üzüntü duydum. Çünkü teyzemin yüzünde anlayamadığım kocaman bir morluk vardı ve Arselen sürekli annesine bakıyor benimle konuşmak istemiyordu. Simay ona ne olduğunu sorduğunda da cevap vermemişti. Onun bana gülümsemesini istiyorum. O büyük siyah gözlerinin parıltılarını özledim.
Burada bitirmiştim. Merakla diğer sayfayı hızla çevirdim. Bir kaç gün sonra yazılmıştı.
Arselen ile dün gece beraber uyudum. Yine elleriyle baş parmağımı tutuyordu. Bunu özlemiştim. Sanki beni hiç bırakma der gibi sıkıca tutmuştu.
Dakikalar saatleri kovalarken soluksuz devam ediyordum. Arselen'in evden ayrılışı bir kaç ay sonra gelişleri. Geleceği günü sabırsızlıkla beklemem. Her cümle hoşuma gitmişti fakat bir yandan da üzülmüştüm durumuma. Biliyorum o zamanlar çocuktum fakat kendi aptallığıma kızmadan da edememiştim. Ona karşı çok bencilmişim.
Altıncı sınıftayım ve sınıfımdaki bir çok kişi aşık olmaya başladı. Hatta bir çok kişinin sevgilisi oldu. Ama ben kimseyi sevemiyorum. Sadece tek bir kişiyi bekler oldum. Onu sabırsızlıkla bekliyor, düşünmeden edemiyorum. Acaba şuan ne yapıyor, nasıl biri oldu... Aklımda merak ettiğim çok şey var. En önemlisi de onun sevdiği biri var mı? Umarım o da benim onu beklediğim gibi bekliyordur.
Bu sayfayı birden çok kez okudum. Çünkü bu sayfa ona karşı duygularımın başlangıcıydı. Tarihe baktım. 2007'dinin sonlarıydı. On yaşlarında olmalıydım. Sayfayı çevireceğim sırada kapının çalma sesini duydum.
"Yankı?" Diyen sesle elimdeki defteri apar topar yastığımın altına sıkıştırdım. Kapıya döndüğümde beni süzen Arselen'le karşılaştım. Yavaş adımlarla yanımda ki yerini aldı.
"Ne yapıyordun?" Diye sordu. Umarım görmemiştir. Onun geçmişini ve benim geçmişimi öğrenmenin tek yolu o defterdi. Arselen'in anılarını bir parçada olsada öğrenmek istiyordum. Defteri okuduğum süre zarfında kafamda soru belirmişti. Ben yaşadığım travmadan dolayı geçmişimi hatırlamıyordum, peki o? Neden beni unutmuştu. Gerçekten hatırlamıyor muydu yoksa hatırlamıyor gibi mi yapıyordu? Eğer ikici seçenekse nedeni neydi?
"Bir şey yapmıyordum." Diyerek tebessüm ettim.
"İyi misin?"
"Evet, neden sordun?" Beni derinlemesine süzdü. Alnıma gelen küçük buse ile kala kaldım. Kalbim gümbür gümbür atmıştı. İşte bu duyguyu seviyordum. Onunla olduğum zaman atan kalbimin sesini, vücudumu saran ani sıcaklığı...
"Ateşinde yok." Demesiyle gülümsedim. Asıl şimdi kontrol etmen gerek. Ama bunu yapmasını istemiyordum. Bana bahşettiği öpücük cehennem alevi kadar sıcaklık yaratmıştı. Şimdi öperse yumuşacık dudakları yanardı. Benimle beraber yaşardı cehennemi.
"Aç mısın?" Sorusunu başımla cevapladım. Nutkum tutulmuş gibiydi. Ona karşı beslediğim duygular yıpranmış defterde yazılanlar gibiydi. O zamanlar siyah gözlerindeki parıltıları nasıl seviyorsam şuanda da seviyordum. Belki daha fazla aşıktım bu adama. İnsan karanlığa ne kadar aşık olurdu. Karanlık her insanı cezbederdi. Asıl önemli olan o karanlıkta yol alabilmekti ve ben bu karanlıkta onunla ilerliyordum. Hemde sevdiğim adamın karanlığında.
"Tamam, senin için bir şeyler yapayım." Diyerek ayaklandı.
"Annem evdeydi." Sonunda konuşabilmiştim.
"Biliyorum, yorgunmuş odasına geçti."
"Tamam." Dememle beni tekrar izledi. Bu kez dudaklarıma küçük öpücük bırakarak odadan çıktı.
Defteri yastığımın altından çıkarak kaldığım yerden devam ettim. Aradan bir ay geçmişti.
Onu bu kadar özlemek diğer dünyada sorgu sıranın gelmesini beklemek gibi. Ondan hiçbir şekilde haber alamıyorum artık. Anneme sürekli sormam kuşkulanmasına sebep olmuştu.
Şuan cehennemde gibiyim. Hissettiğim bu özlem beni çileden çıkartıyor. Nedeni bilmediğim şekilde onu beklemek... Bunu kendime çok sordum ve bir cevap bulmayı sonunda başarabildim. Onu seviyor olmalıyım. Ben normal bir insan mıyım? Bir erkeği sevmek ne kadar doğru, peki ya bu erkek teyzemin oğluysa? Kendimi iğrençmişim gibi hissediyorum. Zavallı bir erkeğe dönüştüm. Bununla ilgili çok araştırmalar yaptım ve korktum. Ensest bir ilişki. Onunla olursam ne kadar doğru olabilirdi.
Sayfayı çevirdiğim de son sayfa olduğunu düşünmem zamanımı almamıştı. Çünkü tarih 2010'u gösteriyordu.
Kayboldum sanki. Kendi içimde araftayım. Nereye gideceğimi nereye ait olduğumu biliyor fakat bir adım atmaya korkuyorum. Yılların verdiği özlem kaybolmamı sağladı. Gecem günlerle karışıyor, zaman anlamadığım bir yavaşlıkla akıp gidiyor. Zaman benden çok şey alıp götürdü. Yüzünü yüzüm gibi ezberlediğim çehren artık yok. Sesini en güzel şarkım diyerek ezberlediğim o şarkıyı anımsayamıyorum. Teninin verdiği o hissi hissedemiyor oldum. Hissiz gibiyim. Cayır cayırda yanıyorum. Durmaksızın kaldığım bu karanlıkta geleceğini umut ediyorum. Biliyorum bir gün gelecek, beni bulacaksın. İşte o gün geli diye yakıyorum kendi bedenimi. Çünkü bu yaşadığım zifri karanlıkta kolay bulman için tek çarem.
Peki aşk bu kadar acı dolu muydu? İnsanı çaresiz bırakıyor, onsuzlukla sınıyordu. Yılların verdiği ayrılıktan kalan sadece anılarım ve içimde biriktirdiğim duygulardı. Onları unutmamak adına tüketiyorum bu boş sayfaları. Yokluğunda ihanet edip unutmaktan korkuyorum.
Seni sevmek bambaşka. Kimseyi sevemiyor başkasına o şekilde bağlanamıyorum.
Arselen... Sen gittin ya bu sıralar biraz buruğum. Göklere doğru kazıyorum. Ellerimin acımasını umursamıyor sana ulaşmaya çalışıyorum. Elimde hiçbir şey yok. Aklımı tükettim. Bitiğim. Korkarım ki küçüldükçe küçüldü dünyam. Buna rağmen sımsıkı tutundum sana. Nafile, sen gidince günüm karanlık oldu. İnsan olan yanımdan ayrıldım. Sana hep dedim ya iyiyim. Aslında değilim. Kendime dahi yetmedim. Ve ben bu hikayenin sonunu görmek istiyorum.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
Dönüm Noktam - TAMAMLANDI
Teen FictionBedenlerimiz ve kalbimiz birbirine kenetlenirken senin gözlerindeki aşkı seçiyor, yüreğime hapsediyorum sevgilim. Yaraladığım kalbinden öpüyorum seni. İyileştiremeyeceğimi bilebile dudaklarım kalbine değiyor her seferinde. Sana verebildiğim kor alev...