Bölüm 24 : Forbidden

1.1K 94 77
                                    

Höy millet!

Nasılsınız? 

Tamam, buna cevap verin. Uzun uzun burayı doldurmayacağım çünkü bu bölüm çok uzun :3 Kıh kıh kıh ! 

Aslında malum bir şahıs -adını vermiyorum- yorum yapmadığı için o yapana kadar bölüm yüklemeyeceğim diye karar almıştım ama kendimi tutamadım ve azmettim, bölümü bitirdim, internet buldum veeee karşınızdayım. 

Ayyy, umarım güzel olmuştur. Çok heyecanlandım şahsen yazarken. Neyse, neyse. Spoi vermiyorum. 

Umarım gerçekten hoşunuza gider. Sizleri çok çok çok çok çok sevdiğimi belirtiyor ve bölümle aranızdan ayrılıyorum. 

İyi Eğlenceler. İyi Okumalar... xx

Not: TEOG'a giren varsa da umarım sınavları iyi geçmiştir ve geçer. Öpüldünüz.

Derek’in söylediği şey kesinlikle çok tatlıydı. Demek istediğim, George Enişte dışında ve ara sıra da teyzem, pek yakınlık görmemiştim. Her zaman üvey kardeşler gibiydik. Ama belki de önemli nokta buydu. Üvey de olsa kardeştik. Kapıyı arkamdan kapatırken kendimi her zamankinden biraz daha güvenli hissettim.

Finn bahçenin hemen dışındaki kaldırımda oturmuş öylece karşıya bakıyordu. Arkadan onu incelemeye devam ettim. Belki de biraz fazla sert davranmıştım. Bu yine de onu hemen hayatıma katacağım anlamına gelmiyordu elbette. Ben salak bir beyaz dizi kitabı değildim. Sadece gerçekten şu saçma ağabeylik olayını çözmemiz gerekiyordu. Sorularım vardı.

Yanına gittim ama oturmadım. Henüz bunun için yeteri kadar yakın değildik. Evet, bir sabah ona bütün korkularımdan bahsettim. En azından çoğundan ama bu şimdiki durumumuzu etkilemezdi. Yani, etkilememeli.

‘’Konuşmamız gerek.’’

Kaşlarını kaldırıp bana baktı. ‘’Gerçekten mi? Ben de hemen sarılıp lanet bir atın üstünde gerçek yuvamız olan bir saraya gitmemiz gerektiğini sanıyordum.’’

İfadesini ona aynen ilettim. ‘’Alaycılık genetikmiş, ha?’’ Alaycı bir şekilde güldü. Sonrasında ayağa kalktı ve ilerlemeye başladı.

‘’Konuşalım o zaman.’’ Arkasına bakmadan yürüyordu. Kollarımı kavuşturdum ve öylece durdum. Pekala, bazı şeyleri açıklığa kavuşturmamız gerekiyordu.

‘’Ne yani?’’ diye seslendim. ‘’Hemen ağabeyliğe mi başlıyorsun? Sen nereye gidersen seni takip etmem mi gerekiyor?’’

Eli ensesinden saçlarına doğru tırmandı ve havada yumruğunu sıktıktan sonra bana döndü. Yüzü sertti ve nedense bana dokundu.

‘’Bak, bir an beni kovuyorsun ve bana bok çuvalı gibi davranıyorsun. Sonrasında da karşımda ukalaca konuşmaya devam ediyorsun. Nasıl davranmamı bekliyordun ki?’’

Gülümsedim ve omuz silktim. ‘’Küçük kız kardeşlerin görevi bu değil midir zaten?’’ Sesimde hala alay gizliydi. Ama öncekine oranla daha uzlaşmacıydım. Bunu fark etti. Sanırım bu durumu kabullenene kadar konuyla ilgili alay etmeye devam edecektim.

‘’İleride bir Starbucks var. Ve benim de şuan iyi bir Macchiato’ya ihtiyacım var. Genelde gazete okuyan yaşlı amca dışında bu saatlerde uğrayan çok insan olmaz.’’

Kafamı salladım ve ona yetiştiğimde yürümeye devam etti. ‘’Güzel plan.’’ Sonrasında Starbucks’a girene dek hiç konuşmadık. İçeri girdiğimizde haklı olduğunu gördüm. Yaşlı bir amca dışında yalnızca şu her kafede görebileceğiniz blog yazısı ya da onun gibi bir şey yetiştirmeye çalışan çılgın bir yazar vardı.

Heartache On The Big ScreenHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin