Çöl ile denizin birleştiği yerdeydim, denize doğru adım atarken biranda arkamda sen belirivermiştin. Yanına oturdum. Günü uğurlayan güneş benim gözlerimin rengini senin yüzüne yansıtmış, seninse buğday tenini ön plana çıkarmıştı. Hafif meltem eşliğinde saçlarımız uçuşurken gözlerimizin önüne, saç tellerimizi aralayarak bakıyorduk birbirimize. Gözlerimizin bebeklerinde görüyorduk birbirimizi, ne çok uzun zaman olmuştu halbuki gözlerin gözlerime değmeyeli...
Yüzümüzde, adını hasret koyduğumuz gülümseme affettirebilir miydi seni bana? Affedememek ve sevgiyi bitirememenin eşliğinde yol alıyordum sanki. Sanki deniz ile çölün birleştiği yerde değil de, bir uçurumun kıyısından bedenimi sarkıtmak ile sarkıtmamak arasında gidip geliyordum.
Birbirimize dokunamadan gözlerimiz değmişti birbirine, belkide çoktan değişmiştin sen, belkide çoktan değişmiştim ben. Düşlerde aynı kalmak sevgiyi baki kılmamamıştı elbetteki. Göz pınarlarımdaki doluluğu, meltem sayesinde gözlerimi aralayan saçlarım bile kapatamamıştı.
Sonra ne mi oldu? Sonra uyandım, uyanıp derin bir iç çekerek perdemi aralayan güneşe odaklanıp kaldım.
Ve şunu anladım; bazı aşklar küskün kalırlar, yetim kalırlar ve yarım kalırlar. Tıpkı sen ve ben gibi.
Bir zamanlar rüyamda seni görebilmek için yalvardığım gecelerimde, sabahına görememenin hüznü ile uyanırken; şimdilerde, boş duygular aleminde kürek çeken kayık misali süzülüyordum.
Zaman çok şey almıştı benden; beni, zaman çok şey alacaktı senden; bizi. Bir zamanlar avucunun tam içine bıraktığım kalbimin kıymetini bilmezken, hayali ile yetinmeye çalışmayı öğrenecektin.
Zaman çok şey öğretecekti sana; hayaller ile yetinmeyi...
Susmayı çok iyi öğrendim, belkide öğrenebilirim tek şey duygularımı belli etmemekti. Zamanla susturabileceğim acı, nasıl olurda bir çölün ortasında su aramak gibi ortada kalabilirdi?
Benden kaçırdığın gözlerinin hesabını, kendi içinde kurduğun duygu mahkemesinde asla sonuçlandıramayacaksın, biliyorum. Sen sonsuz müebbet alırken, bense gün be gün başka akan nehirlerde yol alacağım. Pişmanlığın, boynun ile omuzlarının birleştiği yerde sıkacak belkide bedenini, avını yavaş yavaş öldüren bir boğa yılanı misali.
Ben yolumu çoktan buldum; artık susarken, sadece yazıyorum. Konuşamadığın kelimeler, içinde çürüyüp seni yavaş yavaş zehirleyecek zamanla. Dünyanın kötülüğüne, bir kötülük daha eklemiştin kişiliğin ile, bense hala dans ediyorum kendi pistimde.
Alnımdan akan terin hiç bir zaman senin tenine değmedi vakitlerde vazgeçtim senden, sen zamanla alışırsın derken; ben zamanla vazgeçtim senden. Şuan ise; tarihin ortasında gelecek aramak gibi birşeydi adeta.
Bu dünyada herkes nokta iken, bazılarımız daha fazlası olmak için çabalar. Çabalarken bazılarımızı harcar ve ben o harcanan kısımdım - ama, ona göre -.
Benim için çabalayan biri vardı artık, onun görkemli gölgesinde soluklanıyordum. Belki yanlış gölgedeydim, belki doğru. Ama sevmeden bilemezdim ki...
Bir çocuğun elindeki uçurtma misali hayatı korkuyla seyrederken; ya görkemli olan, gölgesinde dinlediğim ağaca takılacaktım ya da rüzgarla dans edecektim. Ama sevmeden bilemezdim ki...
Geçmiş ile şimdiki zaman diliminde sıkışmış olan nacizene ruhum, sorularının yanıtını arıyordu sanki arafta. Hiç bir öngörüye sahip olmadığım için yorum yapmıyordum gelecek hakkında, keşke aynısı geçmiş içinde geçerli olsa.
Sıkışan ruhu kim kurtaracaktı araftan?
Sen mi?
Ben mi?
O mu?Aslında cevabı biliyordum, seçimlerimi ben yaparken cevaplarını başkalarının vermesini beklemek yanlış olurdu. Kafamı karıştıran tek şey; başkasının seçiminden benim zararlı çıkıyor olmamdı. Bu seçenek bana ait değildi çünkü.
Mutluluğun ve belkide gerçek aşkın harcı ile yoğuruluyordu kalbim yeniden, ya gerçekti ya da yalan. Yoğurulmuş kalbim ya yüksek ısıda yanacaktı ya da yıllanmış şarap misali ömürlük olacaktı.
Bana verdiği sözlerin hepsini tutacağına yemin etmişti, fakat ben sadece izleme taraftarıydım artık; o ise, inadına gösterme taraftarı. Bir zamanlar söylenen her bir kelimeye, kendi kurduğum kelimeler gibi inanırken, şimdi kendimden emin olduğum halde karşı taraftan yemin beklemiyordum. İstediğim tek şey; saf gerçeklikti, şefaflıktı.
Seviyorsan, seviyorsun; sevmiyorsan, sevmiyorsundu...
Beklentilerim mi fazlaydı insanlardan, veyahut ta bu dünyadan? Herkes eski aşklara hayranlık dolu cümleler sarfederken, neden bu zamanda kendileride kayboluyordu o halde?
Hiç birimizin cevaplandıramayacağı, üstüne üstlük bir soruya bin soru daha ekleyeceği bir zamandayız. Herkes soruyor ama kimse yanıt için çabalamıyor. Herkes vasıf dahilinde çabalıyor ama birbirini harcıyor. Yıkılan duygu veya hayat üzerine hayat kurmak gibi bir vasıfsızlık içerisindeyiz, fakat göremediğimiz güçlerden bir haberiz.
Yıktığımız hayatlar ve umutlar, bize belli süreliğine kudret sağlamaktadır. Onun sonsuz olacağına inanmak adeta bir aptallıktır, çünkü sonsuz kudret yoktur. Sonsuz olan tek şey; yıkılan biz olsak dahi, saflığımızdan vazgeçmediğimiz sürece karşımıza çıkan hayatın bize sunduğu armağanlardır.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ANNEMİN PLAKLARI - Sevgi Neydi? (yazılıyor/AKTİF KİTAP)
General FictionSevgili Zeki Müren dinleyicilerine şu şekilde seslenmişti; 'Hepimizin son aşkı, son sevgisi; unutulması imkansız olan taze bir hatıraya dayanır. Onu gönül dağarcığımızda bir sır gibi ebediyen saklarız. Bu hatıra bazen solgun bir resim, bir yaprak, b...