İyi seyirler!
(...)
'Artık geri ver benden aldıklarını' haykrışlarını her gece yorganı üzerimize çektiğimizde haykırırız sessizce. Sessizce kendi matinemizde geçmişteki kişiler, fakat şuanki uyarlamarı ile münakaşada bulunuruz.
Sağ duvar bir başka kişi, sol duvar bir başka söyleşi ve arkamızdaki duvar bir başka fısıltı oluverir biranda. Gündüzleri; 'hayat koşuşturması' adı altındaki yaşadığımız, dalavere zamanları bitince kendimizi buluruz.
Su gibi akan zamanda bizde karışırız akan sulara, bir dakikalığına kendimize kendimiz olma şansını vermeyiz ne yazık ki. Zamanın değerini ne vakit anlayacaktık ki?
Beyin, yapısal olarak aslında herşeyi görüp algılamaktadır. Fakat, işlevsel olarak herşeyi bize iletmemektedir. Öyle ki biz de bunu hiç yadırgamıyoruz, burnumuzun ucunu bile görmemek ile başlayan bu körlük, nesneleri görmemek ile devam etmiştir; daha sonra insanları görmemek, daha daha sonra ise duyguları göremeyip sürekli meşguliyet isimli dalaverenin bir parçası oluvermişizdir.
Peki bu meşguliyet dalaveresi neden geceleri de meşgul etmez bizi? Çünkü; hayat daima parçalanması zor olanların sıralamasına göre ilerlemektedir. Zor olan en sona saklıdır; benliğimiz.
Hayat bizi yalnızca gündüzleri girdabına çeker ve biz orada binlercesi bulunan girdap havuzundaki insanlar ile öldürürüz zamanımızı, sağlığımızı, duygularımızı. Şükürler olsun ki benliğimizi yazmadım oraya, onu oraya layık görmenin yeterince vakti var düşüncesindeyim.
'Beynimizin kararları yüzünden kalbimizin suçu ne?' diyerek başlamak istiyorum, gece matinesindeki ikinci perdeye. Yahu bu beyin denen organ, hem doğa üstünlüğüne sahip hemde vücuttaki çözülmesi en zor ve karmaşa sahibi olan bu organ, nasıl olurda önündeki burunu göremez?
Gün geçsin diye saat saymak yerine, geçen her saati, hatırı sayılır şekilde anlamlı kılmayı denemiş olsaydık, ne çok anı birikirdi halbuki. Geceleri ortaya çıkan saf kalbimizi, ne de güzel manipüle ediyor beynimiz gündüzleri.
Beyin, insan vücudunu manipüle etmek için vardır o halde. Beyin; diktatör, vücut ise; adeta pudica çiçeğidir.
Pudica çiçeği, - halk arasındaki adı ile küstümotu- dışarıdan herhangi bir darbe ile karşı karşıya kaldığı vakit, 'turgorin' kimyasalı salgılayan ve yapraklarının hızla su kaybetmesi sebebi ile 'turgor' basıncı düştüğünde, bu durumun yapraklarının kapanmasına sebebiyeti olan ilginç bir bitki türüdür.
İşin asıl can alıcı noktası ise; yakın incelemeler sonucunda bulunulursa, dokunulduğu bölgede zedelenmelere rastlanmaktadır ve o bölgeye besin aktarımı yapmadığı düşünülmektedir.
Pudica çiçeği, yirmi dakika içerisinde yapraklarını açmaktadır. Peki hangimizin beyni yaşanılanları yirmi dakikada aşmamızı sağladı?
Doğa içerisinde saklı bedenler vardır. Biz kendimizi geceleri buluruz fakat onlar hep oradalardır. Fark etmek, farkındalık sahibi olmak her anlamda geçerli olmalıdır, sadece geceleri değil.
Kalp, kırıldıktan sonra yapıştırılmış kılcal birleşme izlerini ömür boyu taşır. Beyin ise, algıladığı halde vazgeçiremediği seçimler sonucu oluşan kılcal birleşme izlerini ömür boyu onarmak ile uğraşır.
Kalp, vazgeçmez ; beyin, diktatör olduğu halde onarır çünkü hatasını bilir. Bu döngü sürekli devam eder, tıpkı sırf biri onu darbeledi diye tekrardan açmaktan vazgeçmeyen pudica çiçeği gibi...
Darbesine rağmen açmaktan vazgeçmeyen pudica çiçeği, kırıldığı halde sevmekten vazgeçmeyen kalbimiz ile eş değerdir. Benliğimizi gecemize sığdırdığımız hayat denen o çembere, gündüzlerimizi de eklemek çok değildir.
Yalnızca geceleri değil, gündüzleri de insan olmak dileğiyle...
Matine sona ermiştir.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ANNEMİN PLAKLARI - Sevgi Neydi? (yazılıyor/AKTİF KİTAP)
Ficción GeneralSevgili Zeki Müren dinleyicilerine şu şekilde seslenmişti; 'Hepimizin son aşkı, son sevgisi; unutulması imkansız olan taze bir hatıraya dayanır. Onu gönül dağarcığımızda bir sır gibi ebediyen saklarız. Bu hatıra bazen solgun bir resim, bir yaprak, b...