Karanlık...
Her yer karanlık...
Çakmağı çakmam ile birlikte, oda da aydınlanan kırmızı alev gözlerimde ve içimde büyüdü. Tütsüyü yaktım. Onun küçük ateşi beni benden almıştı. Sanırım oda da aydınlanan tek şeydi bu.
Onun kokusu tüm odayı sararken, karanlığa en derin karanlığı ekleyerek gözlerimi kapatmayı tercih ettim. Bir bahar akşamındaki, ıssız sokaktan geçerken burnuma çalınan yasemin kokularını andırıyordu adeta. Yanlış anlaşılmasın ıssız olan sokaktı, ben değil...
Aklımdaki kelimelerin çarpışmasına bir son vermek adına, yanımda bulunan mumu da yakma gereği duydum. İki katı olan kırmızı ışığın, göz bebeklerimdeki ısığı bile ezip geçtiğine yemin edebilirdim.
Sorgularcasına baktığım tavandan, gözlerimi devirirken dikkatimi çekmişti küçük tütsünün büyük dumanı. Büyük diyorum çünkü, kokusu içimde istemsizce oluşan kötü enerjiye 'bir dur' diyordu sanki. Duman, tütsünün yanan ucundan bir parmak kadar yukarısından sonrasında belli oluyordu ve ikiye ayrılarak adeta bir sarmal şeklini alır gibi yayılıyordu odaya, içime, hücrelerime.
Hayat dediğimiz ve ince çizgi ile tabirlediğimiz bu çizgide, bizden bir parmak ötemizde mi beliriveriyordu, yoksa uçsuz bucaksızlığını ve görünmezliğini içerisinde mi barındırıyordu bilemedim.
Melankoli olma peşinde değilim. Her zaman, olduğum alan bana göre olmasa dahi bulunduğum kabın biçiminde hareket edebilecek enerjiye sahip oldum. Şikayet değil, şükür de bulundum. Zaten olması gereken de bu değil miydi? Hiç birimizin yapmadığı fakat olması gereken ince bir çizgiydi bu.
Bir kabım olduğunu asla iddia etmiyorum, hiç birimizin belirli bir şekli veyahut ta kabı yoktur. Biz birer boşluğuz sadece, bulunduğumuz beden de bize emanet bir kap.
Bu hayatta yaptığımız herşeyi, komşunun tabağını boş göndermemek şeklinde adlandırsak fena bir tabir olmazdı diye düşünüyorum. İçine hapsolduğumuz kap, ve içini ilmik ilmik kimi zaman kötülükle kimi zaman iyilikle dolduran bizler. Yaşam, kabı henüz ne vakit teslim edeceğimiz belli olmayan bir komşuculuk oyunu adeta.
Şuan cüzdanımızda taşıdığımız kimliklerin bize ait değil de, bir başkasına ait olduğuna eminim. Kimliklerimiz bile, ailemizin olmasını istediği kişi haline bürünmüşse; bize ait olmayan bir kap içerisinde de ruhumuzun dolaşması ilginç olmayacaktır.
Ben kimim?
Sen kimsin?
Biz kimiz?Bu soruları yönelttiğimiz birinden alacağımız en net cevaplardır; dışsal sıfatlar, meslekler, hobiler... Kısaca bizi biz yaptığını düşündüğümüz bazı vasıflar.
Ne var ki kimse kendini sevmekle başlamaz hayata, çünkü hep alışmışızdır özenti parçası halinde oradan oraya savrulmaya. Sadece bize ait olanı değil de, hep ait olmayanı benimseyişimiz insanlığın süregelen doyumsuzluğudur sadece.
Asıl benliğimiz olan ruhumuzu sevmek varken, bizi şekillendiren kabına tapmışızdır. Kim olduğumuzu sormak varken de, bizi biz yaptığını düşündüğümüz vasıflar dahilinde kendimizi başkasının gözünde şekillendirmek istemişizdir.
İnsanlığı, taşıdığı ruh ile değilde yaşadığı hayat ile değerlendirmek; bilgeliğin içerisindeki cehalet mi yoksa cehaletin içerisindeki bilgelik midir onuda bilemedim.
İçimizdeki ses, dışımızdaki söz her zaman bilgeliğin ahlakına sahip değildir ne yazık ki. Kimilerimizin kalbi arkeoloji çalışmalarından çıkmış, yıllık müzeler eser olsa dahi bugüne kadar sağlam gelmiştir. Kimilerimizin kalbi ise doğduğu anda betona gömülü vermiş, yaşamı boyunca da yanına gelen sıcak kalpleride soğuğuna kavuşturmuştur.
Kim olduğumuzu bilmediğimiz ve bilmemeyle yaşamı sürdürdüğümüz bir gerçektir, hayat. İnsanlığın piyonu, haline gelmekte yaşam standartlarımızın bir parçası dahilindedir.
Bizler görünmemek adına ürettiğimiz kapılarımıza, bir güvensizliği daha dahil ederek asma kilitler ile kitlemiş varlıklarız. İnsanlığın, insanlık şerrinden korkmuşuzdur, korunmuşuzdur.
Kendimize, türümüze olan hayasızlığımız benliğimize işlese dahi, vasıflar çerçevesinde kabımıza yakıştırmalar yapmışısızdır. Nabza göre şerbet vermek değil de, uygun olan alan dahilinde şekillenmek belkide standartlarımızı üst seviyeye ulaştıracağına eminim.
Kim olduğumuzu sorgulamak, kimliğimizi bulmaktır. Bizler sadece, bazen savrulan bazen durulan birer boşluğuz.
Yani;
Ben hiç kimseyim.
Sen hiçkimsesin.
Biz hiç kimseyiz.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ANNEMİN PLAKLARI - Sevgi Neydi? (yazılıyor/AKTİF KİTAP)
Fiction généraleSevgili Zeki Müren dinleyicilerine şu şekilde seslenmişti; 'Hepimizin son aşkı, son sevgisi; unutulması imkansız olan taze bir hatıraya dayanır. Onu gönül dağarcığımızda bir sır gibi ebediyen saklarız. Bu hatıra bazen solgun bir resim, bir yaprak, b...