İstiridye

512 135 726
                                    

Hiç kimse, geçmişini satın alabilecek kadar zengin değildir. Ama, geleceğini düzeltmek için kocaman bir şansı vardır. Hayat, bize kabımıza sığamayacağımız mutlulukta şans verir ve çoğu zaman gören taraf olamayız.

Ben şansı istiridyeye benzetiyorum. Olayın aslına bakıldığında, incinin oluşumu istiridyenin kendini bir nevi koruma mekanızması olmasıdır. Kabuklarının içerisinden giren kum tanesinin veya herhangi bir parçanın, yabancı bir madde olarak algılanıp "incinin annesi" adı verilen katı madde oluşumu ile başlar her şey. Daha sonra sedef minareliyle sarılmaya başlanan bu katı madde, zaman geçtikçe parlak bir taşa dönüşür.

Hayatımızı sedefi ile saran şansta öyle değil midir?

Doğduğumuz andan itibaren dünyaya, yeni bir kişilik ve şans kapısı açılır. Bu kapı aralandıkça, incimizin oluşumunu sağlayan kum tanelerini hayatımıza almış oluruz. Önümüze iyi-kötü fırsatlar çıkar ve onu değerlendirmek artık bizim korunma mekanizmamıza bağlıdır.

Her şeyin umut dolu olduğu o yıllarda, insanlar tepeden tırnağa fırsat yaratmakla hayatlarını geçirdiler. Onlara göre cefasını çeken büyüklerimiz, sefasını sürenler ise bizleriz. "Bizim zamanımızda..." sözü ile başlayan, kahır dolu cümleleri eminim herkes duymuştur. Fakat işin aslının öyle olduğunu düşünmüyorum çünkü, bizler elinde tüm olanakları olan ama bunları kullanmayı beceremeyen bir nesile denk geldik. Yoktan var etmenin, ne demek olduğunu anlayabileceğimizi sanmıyorum.

Bugün şöyle bir yazıya denk geldim:

"70'lerde olsak bir sürü plak alırdım sana, 80'lerde açık hava sinemasına götürür, izledikten sonra muhallebi ısmarlardım, 90'larda mahallenin bütün güzel misketlerini kazanır dökerdim avuçlarına, 21. yüzyılda nasıl sevilir bilmiyorum, içim ısınmadı bu yüzyıla bağışla. "

Plak alıp hediye etmenin, okadar da romantik olmadığını düşünenlerinizin olduğunu görür gibiyim. Duyguların okadar da üryan bir şekilde sarfedilmediği ile karşı karşıyayız. Sadece ritmine ayak uydurduğumuz, çoğu zamanda tarzımızı oluşturan o şarkılar, aşıklar için iletişim biçimiydi.

"Bir Demet Yasemen, Aşkımın tek hatırası" sadece bir söz dizesi gibi gözükse de, aksedilen sadece ayrılıktır. Artık hatıralarda güzel bir çiçeğin yerini, sadece ayrılık mevsimi olarak almıştır -Yasemen-.

Sosyalleşmenin bir başka boyutuydu açık hava sinemaları, çoğu zaman senaryo etkisine kapılarak perdeye bir şeyler fırlatılan, bol heyecanlı film gösterimlerinin adresiydi. Omuzlarına askıyla tahtayı asıp, önünde bir şeyler satan insanlara sinir olmakta kaçınılmazdı. Günümüz diliyle flörtün eş anlamı, muhallebiciydi. Nefes kesen yeşilçam klasiklerinden sonra, sadece birkaç dakika daha fazla göz göze, diz dize olmanın neredeyse tek yoluydu. Yenen tatlıların bahane olduğu, ah o kaçamak buluşmalar...

Cicoz, bilye, bilya, mile, cilli, gülle, kemik, meşe, cıncık gibi adları olup, tek gözünü kapatıp baktığında ise sana renkli dünyaları ayaklarına seren, yuvarlak hayal dünyasından bahsediyorum. Oyunun tek amacı; elde bulunan misket torbasını kazanmaktır.

Peki şimdi iddalarımızdaki isteklerimiz bu kadar masum mu?

21. yüzyıla gelmeyi istemezdim, zira yazacak pekte kelimem yok. Ne aşk, ne masumluk, ne de eğlence anlayışları şu anki konum ile pek tezat durumda. Hal bu iken kim özlemez ki eskileri...

Özlediğim birilerini anımsıyorum sanki hülyalarımda, o nerden bilebilir ki sönmeyen korumu. Üç beş satıra sığdırıyorum benliğimi, ve göz yaşlarımı akıtıyorum okuyacağın saman kağıdına. Göz göze gelmek için nelerimi vermezdim şu vakit, tırtılın kelebeğe dönüşme anı ve o kozadan ilk çıkış anı kadar heyecanlı ve safım. Eskiler gibi seviyorum seni. Dokunmadan...

Sahi, dokunmak demişken. Sizce dokunmak nedir?

Bir vücuda sahip olmak mı?
Veya serçe parmağının değmesi ile, o sıcaklığı üzerinden asla atamaman mı?

Sevgiyi, saygıyı ve diğer öznel-nesnel duyguları kimsenin sorgulamak hakkı değil, diyeceğim kısaca. Her anne-baba, yeni bir kişilik meydana getirir ve belli bir vakit kadar hayatımızı yönetir. Dolayısı ile anlamlandıracağımız her duygu kırıntısı bizim sorumluluğumuzda ve kararımızdadır.

Ben, daha önce komşularından daha çok yuva yapan bir kuş görmedim, veya kış için yetmez diye tüm fındıkları toparlayan bir sincap. Asıl sorunumuzu sorsak, her kafadan bir ses çıkar fakat birbirleriyle hiç bir bağlantısı olmaz neredeyse. Lakin hakikat şudur ki; 'sorunlarımızı bilmemek'. İçimize dönmemizin, iyi bir tavsiye olacağı kanaatindeyim.

Küçükken, annemin iş yerinin önünde bir ağaç vardı. Muhabbet kuşumun kafesini sürekli oraya asar, dışarıda insanları izlerdim. O ağacı kesti - insanlar-, zaten kuşum da öldü.

Dilim döndüğünce, gerçek yüzlerimizle ile yüzleştirdim bizi. Bu yolu bizler seçtik ve görüyorum ki gayette memnunuz. Benim eskiye olan sadakatımın nedeni, bu satırlarda saklı. Sobadaki is kokusunu özleyeceğim aklıma bile gelmezdi. Biz hiçtik ama bir okadar da çoktuk...

İnsanlık istedi ve yaptı hepsi bu. İncileriniz kıymetlidir umarım, umarım kimse bir gün kabuğunuzu ayırmaya çalışmaz. Oluşumumuz için çok bekledik, istiridyelerinize sahip çıkın.

Ben çıkamadım, ağacım kesildi.

ANNEMİN PLAKLARI - Sevgi Neydi? (yazılıyor/AKTİF KİTAP) Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin