Eve dönene kadar neler çektiğimi ancak Tanrı bilirdi.Aynı anda hem akmaya hazırlanan gözyaşlarımı tutmaya gayret ediyor, hem babamın meraklı sorularını birkaç kelimelik yanıtlarla geçiştiriyor hem de alt dudağımı sertçe dişleyerek parçalamaya çalışıyordum.
Hissetiklerimin ağırlığını ancak Tanrı bilirdi.
Sonunda eve geldiğimizde, annemle küçük kardeşlerimin meraklı bakışlarına aldırmadan odama koşmuş ve kendimi yatağıma bırakmıştım. Başım yastıkla buluşur buluşmaz da zaten yaşlar kendiliğinden yanaklarıma akmaya başlamıştı.
Neden hiçbir şey yolunda gitmezdi ki? Neden her gün yeni bir çöküş olmak zorundaydı? Neden bir türlü mutlu olamıyordum?
Gözlerim, benden izin almayı düşünmeden komodinin üçüncü çekmecesine kaydığında yutkundum. Uyku hapları orada duruyordu. Ah, hemen şimdi on beş yirmi tanesini alsam ve sonsuz bir uykuya dalsam...
İçime dolan cesaretle tam çekmeceye uzanmışken telefonumun ısrarla çalmaya başladığını duyunca titreyip derin bir nefes aldım. Biraz bekledim, iç çektim, yanaklarımı silip doğruldum ve cihazı kaldırıp ekrana baktım. Lucas arıyordu, sonunda. Açtım ve kulağıma götürdüm. "Lucas."
"Carmen, beni aramışsın."
Sesimin titrememesi için boğazımı temizledikten sonra konuştum. "Lucas, buraya gelebilir misin? Sana ihtiyacım var."
Bir an duraksadı, arka fondan gelen metalik sesleri duyabiliyordum, bu bana çelik rengini anımsatınca gözlerimi sıkıca kapattım ve Lucas yeniden konuşana kadar bekledim. "Çok üzgünüm, ama gelemem. Patronum izin vermez Carmen. Lütfen affet beni."
Göremeyeceğini bile bile başımı salladım. "Tamam. T-tamam sorun değil." İç çekti, gerçekten çaresizdi. "Telefonda anlatabileceğin bir şeyse dinlerim." diye mırıldandı suçlulukla. Birkaç saniye için anlatmayı düşünsem de onu riske atmak ve işinden alıkoymak istemiyordum, bu yüzden reddettim. "Boş ver. Kolay gelsin, sonra görüşürüz."
Nefesini bıraktı. "Görüşürüz. Seni seviyorum."
"Ben de seni." Sesim fısıldar gibi çıkmıştı, duyduğundan bile emin değildim ama umursamadım. Lucas'tan hoşlanıyordum ama ona aşık olduğumu hiç sanmıyordum. Onu gördüğümde karnımda kelebekler uçuşmuyordu mesela, beni öptüğünde ayaklarım yerden kesilmiyordu, kollarındayken her şeyden soyutlanıp sadece ona odaklanamıyordum.
Eğer aşk gerçekten böyle bir şeyse, ben Lucas'a aşık falan değildim.
Ama gerçekten, benim için en iyi seçenekti o. Sempatik, cana yakın ve rahat tavırlara sahip bir çocuktu. Aynı yaşta olmamıza karşın o, kendi hayatının iplerini eline almış ve çalışmaya başlamıştı bile, ben ise oturduğum yerde olmadık hayaller kurup bunlar gerçekleşmediğinde üzülüyordum, bu çok saçmaydı.
Olmadık hayaller. İmkansız hayaller.
Gustav Walter'in gözlerindeki o küçümseyen bakışı hatırlayınca yeniden kedere boğuldum. Kabul edilmeyeceğim konusunda emin gibiydim, adamın da dediği gibi daha fırçayı doğru düzgün tutmayı bile becerememiştim ben.
Ama ya, diye yükseldi içimden bir ses, ama ya Gustav Walter seni kabul ederse? Ya sen her şeyi yanlış anladıysan? Ya bu senin yeni hayatının başlangıcıysa ve sen kendi hayatına son vererek şansını kaybediyorsan? O zaman ne olacak, Carmen? Söylesene, bir zavallı gibi geberip gitmek ve aileni yasa boğmak mı istiyorsun, yoksa ünlü bir ressam olup hayalini kurduğun hayatı yaşadıktan sonra huzur içinde gözlerini yummak mı?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ARTIST (Devam Edilmeyecek)
RomanceGustav Walter, Viyana'nın en yetenekli, en yakışıklı ve aynı zamanda en karizmatik ressamı olabilirdi. Peşinde koşan binlerce kıza, büyük bir şöhrete, bol bol paraya, deniz kıyısında güzel evlere sahip biri olabilirdi. Ama bunların hiçbiri, onun na...