VI- Conversation

2K 152 24
                                    


Otobüsten inmiştim ve eve giden kestirme yolda yürürken hâlâ bir şekilde sinirli olduğumu hissediyordum. Walter'in lanet tablosunu Gandalf gibi büyük bir tutkuyla korumaya çalışmasına hiç gerek yoktu. Sadece birkaç saniye, belki de ne bileyim, dakikalarca bakacak ve takdir edip çekilecektim işte.

Asfaltın üstündeki bir çakıl taşını var gücümle tekmeleyerek ileriye doğru uçmasına sebep olduktan sonra kulaklıklarımı takıp derin nefesler aldım. Daha ilk günden öğretmenimden nefret etmek istediğim söylenemezdi.

Biraz daha yürüdükten sonra eve ulaşmıştım, tam anahtarımı bulmak için çantamı karıştırmaya başlamıştım ki birisi, arkadan omzuma dokunarak irkilip küçük bir çığlık atmama sebep oldu. Anında döndüm ve Lucas'la göz göze geldim. "Tanrı aşkına, Lucas! Neden gizli gizli yaklaşıyorsun?"

Yüzü ciddiydi. "Saatlerdir seni bekliyorum, aramalarımın hiçbirine de cevap vermedin. Neden bu kadar uzun sürdü?"

Kaşlarımı çattım. "Lucas, tüm gün boyunca canla başla uğraşıp bittiğinde 'idare eder' denilecek bir vazo çizdim ve şu an gerçekten çok yorgunum. Yani, ne demeye çalıştığını anlamıyorum."

"Diyorum ki," bana bir adım yaklaşıp kolumu sıkıca tuttu ve etrafına baktı. "İnsanlar yanlış anlayacak. Adamın evine giriyorsun ve saatlerce çıkmıyorsun. Arkadaşlarım bana ne der, biliyor musun?"

Kolumu sertçe kendime doğru çekip parmaklarından kurtardım ve öfkeyle tısladım. "Lucas, sırf senin 'mükemmel erkek arkadaş' imajının bozulmaması için ben hayallerimden vazgeçmeyeceğim. Bu yüzden saçmalamayı kes, beni sinirlendiriyorsun."

Anahtarımı bulup kapıyı açtığımda pişmanlıkla "Carmen," diye mırıldandı ama bir daha dönüp yüzüne bakmadım. İçeri girer girmez çantamı gelişigüzel bir yere fırlatmış ve salona girmiştim. Annem kucağındaki Peter'la bana baktığında yüzümdeki ifadeyi sildim. "Carmen, hoş geldin. Nasıl geçti ilk günün?"

"Çok şey öğrendim ama aşırı derecede yorgunum. Parmaklarım tutmuyor artık." Annem bana gülerken diğer erkek kardeşim Edmond yanıma oturup başını omzuma dayamıştı, gülümseyerek saçlarına bir öpücük bıraktım ve tombul yanaklarını okşadım. "Hoş geldin ablacığım," diye fısıldadı sevimli sesiyle, bu arada babam da geldi ve ailemiz tamamlanmış oldu.

"Ee, Carmen," dedi yorgun bir tebessümle karşıma geçerken, o da işten yeni gelmiş olmalıydı. "Anlat bakalım."

Ona da günün kısa bir özetini anlattım, bitirdiğimde öne doğru eğildi. "Peki, para konusunda hiçbir şey söylemedi mi? Eğitiminin devamlılığı için ne kadar ödememiz gerektiğini?"

Saçlarımı karıştırırken kaşlarımı çattım. "Hayır," dedim, "Böyle bir şeyin bahsi bile geçmedi."

"Eh, sormalısın kızım," diye mırıldandı babam, büyük ihtimalle şimdiden Gustav Walter'in isteyeceği parayı nasıl ödeyeceğini düşünüyordu. Ben de onun için kötü hissetmiştim, ama zaten yüklü bir miktar olursa babama yük olmamak için ne kadar acıtsa da eğitimi bırakırdım. "Merak etme baba," diye mırıldandım. "Seni asla zor durumda bırakmam."

"Biliyorum Carmen," dedi gülümserken. "Biliyorum, kızım."

İkinci gün.

Mary, bu sefer beni oturma odasında bekletmemiş, direkt atölyeye almıştı. Oturmuş resim öğretmenimi beklerken stresten dudaklarımı ısırıyordum. Para konusunu nasıl açacağımı bilemiyordum, ne denirdi ki böyle bir durumda?

Beş dakika kadar sonra Gustav Walter tüm etkileyiciliği ile içeri girmiş ve dikkatimi dağıtmıştı. "Hoş geldin Carmen," diye mırıldandı, biraz dalgın görünüyordu. Dün bakmama izin vermediği tablosunun üstünün büyük bir örtüyle kapalı olduğunu ilk defa fark etmiştim, gözlerimi devirerek arkasından gittim. O şövalemi hazırlarken ben de gergin bir şekilde onu izliyordum. Döndüğünde garip bakışlarımla karşılaştı ve kaşlarını kaldırdı. "Bir sorun mu var?"

İşte, konuya girmenin tam sırasıydı. "Şey... ben nasıl söyleyeceğimi bilemiyorum ama..."

"Lafı gevelemeyi kes Carmen," diye homurdandı. "Ne düşünüyorsan söyle."

"Babam size bir şeyi sormamı istedi de..." diye mırıldandığımda derin bir nefes aldı, ben de saçlarımla oynayarak devam ettim. "Eğitimimin devamlılığı için istediğiniz para..."

Elini kaldırarak sözümü kesti. "Anladım. Peki, sence paraya ihtiyacım varmış gibi mi görünüyorum Carmen?"

Hepsi marka olan kıyafetleri, milyonlarca euro'luk evleri ve lüks arabalarıyla mı? Hah, elbette hayır. Cevap verirken gözlerimi ayakkabılarıma indirdim. "Hayır Bay Walter."

Ellerini çırptı. "Öyleyse konu kapanmıştır. Tuvalinin karşısına geç ve bekle."

Başımı salladım ve küçük adımlarla ilerledim, bana bildiği her şeyi öğretecekti ve bunu karşılıksız mı yapacaktı yani? Onun hakkında söylenenlerin her birini tek tek yeniden düşünmeye ve bir kısmını çürütmeye başlamışken iç çektim.

"Bugün çizeceğin şey karşında duruyor. Keskin şekilli cisimlerde zorlandığını fark ettim, bu yüzden üstüne gideceğiz."

"Tamam, Bay Walter." dedim garip şekilli bibloyu incelerken. Cidden, ben bunu nasıl çizecektim? Endişemi sezmiş olmalı ki yanımda durdu ve delici bakışlarıyla yüzüme baktı. "Önemli olan doğru yerden başlamak. İlk darbeden sonrası kendiliğinden gelecek zaten, merak etme."

"Peki, efendim." Gözetimi altında biblonun bir kısmını resmettim, gerekli yerlerde müdahale ettikten sonra dün yaptığı gibi çekilip kendi tuvalinin arkasına geçti ve örtüyü çekip paletine gerekli boyaları sıktı. Bolca kahverengi ve yeşil kullandığını fark etmiştim sadece, o bana bir kaş işaretiyle işime dönmemi emrederken.

Yarım saat kadar sessizlik içinde çalıştık, beklemediğim bir anda kalın sesinin gürlediğini duyunca kalbim hızlandı. "Bana ailenden bahset, Carmen."

Kafam karışmıştı, böyle bir adam benim iğrenç yaşamımı neden merak etsindi ki? "Ee... normal yaşantı sürdüren bir aileyiz işte. Farklı hiçbir şey yok."

Israrcıydı. "Evet?"

Maviyle beyazı karıştırıp istediğim rengi elde etmeye çalışırken kısa bir süre düşündüm, gerçekten de ayrıntı istiyordu. "Babamı gördünüz zaten, Heath Ramirez. Kendisi elektrikçidir. Annem Sandra da ev hanımı, iki erkek kardeşimle beş kişilik sevimli bir ailemiz var. Edmond dört yaşında, Peter ise altı aylık."

Müdahale etti. "Edmond portresini çizdiğin çocuktu, değil mi?"

Kızardım, Gustav Walter, benim gibi önemsiz bir kızın defterindeki aptal çizimleri hatırlıyordu. "Evet." diye yanıtladım sakin bir ses tonu kullanmaya özen göstererek. Bir adım geri çekilip tuvalini incelerken ben de onu izledim. Fırçasını kırmızıya bularken yeniden konuştu. "Okula gitmiyor musun?"

Başımı iki yana salladım. "Liseden sonra güzel sanatlar akademisine başvurmak istedim ama kendime güvenemedim, bu yüzden hayır."

"İyi yapmışsın," diye homurdandı. Sorarcasına ona baktığımda, kaşlarını çatmıştı ve dudakları düz bir çizgi halini almıştı. "Akademidekilerin hepsi bunak birer aptal. Kim yetenekli kim yeteneksiz ayırt edemeyecek kadar körler." diye hırlarcasına devam etti.

Akademiye karşı böyle büyük bir kin duymasının nedenini sormak istedim ama cesaret edemedim. Sonuçta beni ilgilendirmezdi, değil mi? Tabii, meraktan çatlayacak gibi hissetmeme rağmen sormayışım "Sana ne?" gibi bir karşılık almaktan korktuğumdan da olabilirdi.

"Kaç yaşındaydın?" diye sorarak düşüncelerimi dağıttı. "On dokuz," dedim ve sırıttım. "Ama tam iki hafta sonra yirmi olacağım!"

Belli belirsiz gülümsedi ve yakışıklılığını beş katına çıkardı, içimden bir ses bu tapılası gülümsemenin kaynağının benim çocuksu neşem olduğunu söylediği için nabzım tavan yapmıştı ama görmezden gelmeye çalıştım, sonra kısık bir sesle sordum. "Siz?"

Sakince "Yirmi dokuz yaşındayım," diye cevapladı. Terslemediği için hem şaşırmış hem de mutlu olmuştum. "Doğum gününüz ne zaman?"

"On sekiz nisan."

Gülümsedim. Bu gülümsemenin sebebi, normal iki insan gibi hoş bir diyalog kurmuş olmamızdı. Bu, Gustav Walter'le ilk kez doğru dürüst yaptığımız konuşmaydı. Beynime hızlı bir tarih not alımı yaptım.

16 Haziran.

Gustav Walter benim sıkıcı hayatımı merak etti.

ARTIST (Devam Edilmeyecek)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin