27.BÖLÜM: "HUZURUN EVİ."

250 62 53
                                    

01.06.2007

Kalbim kırılmasın diye sevmekten korkan bir adamdım ben. Bir kadının pişmanlığı olmak istemedim, bir kalpte yara olmak da. Kendimi kafese kapattım. Hiçbir kadına aldanmamak ve pişman olmamak için. Sevgiyi sorguladım. Sevginin gerçekten var olup olamadığını ve bir kalpte deprem yaratıp yaramayacağını...

"Çiçeğim?" Bana dün hediye ettiğin çiçekleri dikmek için bir yer arıyorduk. Bizim evimiz ve senin evinin oralarda çiçek dikecek bir yer yoktu. "Nereye dikeceğiz ki?" Dediklerimden çok aklında kurduğun senaryolarla başa çıkmaya çalıştığın belliydi. "Çiçeğim?" Beni duymuyordun. Biraz daha sesimi yükselttim. "Güzelim?" Elindeki sepetten irkilerek başını kaldırdın. Hırçın bir kedi gibiydi keskin gözlerin. Beni köşeye çekip tırmalayacağını düşünmeye başlamıştım. "Ne bağırıyorsun ya?" Ah, duymuyordun ki beni...

"Sana kaç kere seslendim, duymadığın için mecbur kaldım." Ayaklarım arnavut kaldırımın üstünde yer yer takılıyordu. Düşüp rezil olmayayım diye içimden ne dualar okuyordum. "Bak şu köşede bir yer var." Elimle orayı işaret ettim. Apartmanların arasında, kuytu köşede sessiz bir yerdi. Oraya dikip dikmemek için içinden hesaplaştın. Sonra ani bir atakla oraya yürümeye başladın. Bazen çok hızlı hareket ediyordun ve buna yetişememekten korkuyordum.

"Burası gerçekten uygunmuş." Dedin, sepetteki saksıları çıkarmıştın. Manolya, papatya ve gül çiçekleri vardı.

"Burayı kazabilir misin?" Dediğini hemen yaptım. Çiçekleri bu şekilde diktik. İşimiz bittiğinde çiçekler mükemmel görünüyordu.

"Beni biriyle tanıştırmayacak mıydın?" Merak içimdi deştikçe deşiyordu. Gözlerim gözlerinin içine beklentiyle bakmaya başladı. Ellerindeki çamuru ıslak mendille sildiğin sırada, dudakların aralandı. "Çiçekleri dikmeden içim rahat etmezdi. Gideceğiz bugün merak etme." Sana demesi kolaydı. Burada meraktan çatlayacak kişi bendim.

Çiçek işi bittiğinde vakit öğleden sonraya varmak üzereydi. İki otobüse binmiştik ve sen sorduğum hiçbir soruyu cevaplamamıştın. Sürpriz yapmakta ısrarcıydın ben olsam kesinlikle söylerdim. İki otobüs yaptık. İndiğimde ayaklarımın ve belimin tutulduğunu hissediyordum. Bizi şehrin merkezinden biraz uzak bir yere götürüyordun.

"İşte geldik!" Sevinçle bağırmıştın. Bir huzur evinin bahçeli kapısının önünde duruyorduk. "Çok mu bağırdım?" Ağzını avuçlarınla kapatsanda artık çok geçti. "Seni tanıştıracağım çok güzel insanlar var burada." Şimdi yerine oturuyordu bazı şeyler.

"Buraya sık gelir misin?" Bahçeden içeriye girmiştik. Huzurlu sakin bir yere benziyordu. Bahçedeki banklarda üç beş yaşlı vardı. Derin bir sohbete dalmış olsalar gerek, bizim kapıyı gürültülü bir şekilde kapatıp içeriye doğru yürüdüğümüzü fark etmediler.

"Bu taraftan..." Eliyle işaret etti, az kalsın yanlış yöne doğru gidecektim. Büyük bir bina değildi fakat karmaşıktı. Bir kat yukarı çıktık. Koridordan geçen birkaç görevli personel sana selam vermişti. Sen de onlara aradığımız kişilerin nerede olduğunu sordun. "Yemek odasındaymış."

Rotamız koridorun tam tersi istikametine çevrildi. Ağır adımlarla yemek odası denilen kapıya vardık. Kapının kolunu indirdin. İyi ki buraya gelmeden hediyelik birkaç eşya almak için ısrar etmiştim. Sen ne kadar hediyeden çok maneviyata değer veren insanlarla buluşacağımızı söylesende adettendi. En azından bana göre öyleydi.

Yemek salonu oldukça büyüktü. "Ah işte oradalar." Sola doğru başımı çevirdiğimde bahsettiğin kişileri görebilmiştim. İkiside samimiydi. "Merhaba!" El sallayarak onlara seslendin. Sesini hemen duymuşlar ve kafasını ikimize doğru çevirmişlerdi. İkisininde saçlarına kar yağmıştı. Yıllar bedenlerini yaşlandırsada, bize gülümseyen tebessüm dolu duyguları yaşlanmak nedir bilmemişti.

LAVİNİA'DA SOLAN BİR GÜL Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin