37.BÖLÜM: "YAPRAK TANESİNDE ÖLEN DUYGULAR."

292 43 137
                                    

LAVİNİA'NIN ÖLÜMÜNDEN İKİ HAFTA SONRA

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

LAVİNİA'NIN ÖLÜMÜNDEN İKİ HAFTA SONRA...

Kalbim bir cinayet mahalliydi. Ruhumdan oluk oluk akan kan değil de, kara bir isti. Nefes almıyordum ben, yaşıyordum ama yemin ederim nefes alamıyordum.

Saatlerce duvarı izlediğim oluyordu. Boş boş bakıyordum her şeye. Su içmeyi unutuyordum, yemek yemeyi de. Karnım delice zillerini çalmasa anlamazdım açlıktan öleceğimi. Ne yapıyordum da gün geçiyordu bir türlü anlayamıyordum. Sadece kalbimde bir savaşın türediğini ve o savaşın evrim geçirip tüm varlığımı alabora ettiğinin bilincindeydim. Bir düş olmasını istiyordum yaşanılanların. Karabasan misali üzerime çöken kara bulutların zihnimde çaktığı şimşekleri kesmesini ve içimi bıçakla oyum oyum oyan o hissin, aklımdan çıkıp gitmesini.

Geçen gün bilinçsizce gittim çiçekçiye. Paspal halimi umursamadan tüm paramı verdim, dükkandaki lavinia demetlerine. Eve gittim koşa koşa. Ölmüş olduğun aklımdan çıkıp gitmişti bir an. Oysa dükkana girdiğim sırada aklımdaydı, çiçekleri alıp da dükkandan çıktığım an unutmuştum. Ya da, unutmak istemiştim. Kafam yerinde değildi ki benim. Kapıyı saatlarce çaldığımı hatırlıyorum. Birinci kez çaldığımda uyuduğunu düşündüm. İkinci kez çaldım, ikinci kez banyoda olduğunu düşündüm... Bu uzun süre böyle devam etti. Bir saati devirdiğimde ve kapının önünde elimdeki çiçeklerle yığılı kaldığımda aklıma geldi.

Ne sen o kapıyı bir daha açacaktın ne de ben, o kapıya bir daha böyle gelecektim.

Kalbimin üstüne yasladım çiçeği. Saatlerce bekledim o şekilde. Bedenim soğuk havada üşüdü ama giremedim içeriye. Salona da adım atamıyordum zaten. Senin anılarını gördükçe çileden çıkacak gibi oluyordum. Dört duvar arasında sıkışıp kalmıştım. Dışarı çıktığımda da aklımda yine sen vardın, içeri girdiğimde de. Bir cinayet mahallinde sıkışıp kalmıştım. Dönüp dolaşıyor, öldüğüm yere geri dönüyordum.

Sonu çıkmayan sokaklarda yürümeye devam ediyordum, sonunun çıkmayacağını ve geri gelmeyeceğini bile bile. Sanki, kırgın bir kırlangıcın kanatlarına saklanıyordum. Kanatlarıyla beni koruyordu ve içimde büyüttüğüm seni, ölmemen için kulaklarıma fısıldıyordu.

Soğuk dışımı donduracağına içimi yaktıkça yakmaya başladı. Tesadüfen komşumuz beni gördü ve zorla beni evimize göndermeye çalıştı. İyi olmadığımı dünya bile anladı. Aklımı döven binlerce soru var, cesaretim düşkün dizlerime izin verip yoldaş olsa aramaya çıkacağım. Büroya da gidemiyorum, oradakilerde aklımın sende olduğunu anlamış olsa gerek, hüzünle bana bakıp evime yolluyorlar. Yalnız, yalın bir adam olarak kalıyorum. Sensiz yalın bir adam...

Ben evde bu satırları yazarak sana daha yakın hissetmeye çaba gösterirken kapım aşina olduğum kişi tarafından çalınıyor.

"Öldün mü lan?" Can'ın alay baharatını serpiştirdiği kırık sesi zile karışmıştı. Ağır adımlarla kapıya ilerledim ve açtım. Yüz yüze geldiğimizde çok da şaşkın değildi. Bu yüzümü görmeye alışkındı. Ayağındaki botları tek ayak üzerinde, dengede zar zor durarak çıkardı. "Bir haber mi buldun?" Arkamı döndüm, adımlarımın izimi takip ettiğinden emindim, öyleydi de. Salonu es geçip evin diğer, pek kullanmadığımız çalışma odasına girdim. Kapıyı açık bıraktım, bıraktığım boşluğa parmaklarını sığdırarak ağır bedenini içeri sürükledi.

LAVİNİA'DA SOLAN BİR GÜL Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin