Otobüste kafamı cama koymuştum ve otobüse normalde bindiğimde erken bindiğimi fark etmiştim, aslında artık denk getirdikçe erken kalkmaya çalışıyordum. Erken kalkmak benim gibi evi okula uzak olanlar için iyi bir seçenek gibi görünmüştü gözüme.
Şimdi Enes niye benimle gelmiyor diye düşünebilirsiniz ama onu beklemek falan bunlar beni çok üşendiriyor.
Kimseyi beklemek için doğmadım ben.
Otobüste her zaman müzik dinleyen bir insandım ve genellikle MP3 oynatıcıyı kullanıyordum, müzik dinlemek için.
Müziğin bittiğini fark ettiğimde tam yeni bir şarkıya geçmeye yeltenmiştim ki MP3 oynatıcının düğmesini basıp kapatmıştım ve durağa yaklaştığımı fark etmiştim. Ben de bunun üzerine oturduğum yerden kalkıp otobüsün kırmızı düğmelerinden birine basmıştım ve otobüsün durmasını beklemiştim.
Otobüsten indikten sonra açmak istediğim müziği açtıktan sonra yoluma devam etmiştim. Bugün baş ağrım ve halsizliğim geçtiği için sabah alarmını bilerek erkene kurmuştum. Sonuç olarak aptal alarma direnememiştim ve okula çok erken gelmiştim. Okulun kapısının önünde durduğumda karnımın guruldadığını hissetmiştim ve karnımın aç olduğunu fark ettiğimde mecburen okulun aşağısında kalan kafeye yönelmiştim. Kafeden bir tane poğaça almayı planlamıştım ya da iki tane.
Poğaça miktarına midem ve param karar verecek.
Savaşı midem kazanmıştı ve kafeden iki tane poğaça alıp kafedeki herhangi bir masaya geçmiştim.
Kafenin oldukça basit bir tasarımı vardı ve masaları kahverengi rengiyle donatmışlardı, ancak bu kafenin şöyle bir güzelliği vardı ki; bu kafede oturmak için sandalye yerine koltuk tercih edebiliyordunuz, üstelik koltuklar rengarenkti.
Bence rahatlık her zaman kazanır.
Tabakta dilimlenmiş sıcak poğaçaları yemeye başlamıştım ve çantamdaki sudan yudum alıp yemeye devam etmiştim. Yemeğimi yerken arada da sokağa bakmayı ihmal etmemiştim, bizimkilerden biri karşıma çıkarsa diye.
Yemeğimi yedikten sonra kasaya parayı ödeyip kafeden çıkmıştım ve okula doğru yukarı yönde yürümeye başlamıştım. Kafenin bizim okulumuza yakın olması da kesinlikle büyük bir avantaj gibi görünmüştü gözüme, ancak kafeye bizimkilerden bir kişi bile gelmemişti.
Okuldan içeri girdiğimde bizimkilerle her zaman oturduğumuz banka doğru yürümüştüm ve saate baktığımda neden gelmediklerini anlamıştım.
Çünkü saat daha çok erkendi ve ben can sıkıntısından geberiyordum.
Banka oturup çantamı da yanıma aldıktan sonra içimi gereksiz bir sıkıntı kaplamıştı ve bu sıkıntının geçmesi için kapıya bakmaya başlamıştım. Kapıya bakarken aklıma gelen detayla kaşlarımı çatmıştım; benim kontörüm veya internet paketim bile yoktu ya, yani telefonu dışarıdayken sadece saate bakmak ve fotoğraf çekmek için kullandığımı fark etmiştim.
Bu düşüncelerimden sıyrılıp kapıdan içeri giren kişiyi görünce çok sevinmiştim, kapıdan Enes girmişti. Enes, etrafına bakınırken ona el sallamıştım ve birkaç saniye sonra beni görmüştü. Beni görünce bana gülümseyip yanıma doğru yürümüştü. Onun bıkkın bir şekilde banka doğru gelişini izledikten sonra çantasını yavaş bir şekilde bana atıp banka oturmuştu.
"N'aber Gamze?" diyerek gülümsemişti ve gözlerindeki çapakları temizlemeye başlamıştı.
"İyiyim Enes. Çantan Allah'tan benimki kadar ağır değil." diyerek benim eşek ölüsü kıvamından çok daha hafif çantasını üstümden alıp onun üstüne atmıştım. "Lan bununla top bile oynanır." dediğimde gülmüştü.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Eski Dostlar | Yarı Texting
Teen FictionKendi halinde takılan ve devlet lisesinde 11. sınıfta olan Gamze Kaya, her yıl karma halinde sınıfların değişmesiyle birlikte nihayet kendi arkadaşları olan Poyraz, Enes, Demir, Rüzgar ile aynı sınıfta olma şansını yakalamayı başarmıştır, ancak sını...