"Demek defterimi buldun" onun hemen karşımda olduğunu gördüm. Kahve içeye gitmemiş miydi? Belki de başından beri buradaydı. Beni mi izlemişti. Hayır, izlemiş olamazdı, onun merdivenlerden aşağı inişini seyretmiştim.
Onun yüzüne daha dikkatli bakmaya başladım. Yüzü sanki bi kelebeği andırıyordu bana. Ona dokunsam şanssızlığımla birlikte zarar görecek, ama dokunmasam da kaderi sadece kısa bir zaman dilimi olacak kelebek. Yüzü... Neden bu kadar masumdu. Bana bakışında bir şeyler vardı, sanki tüm kötülüklerden arınmış bir şey... Neden gözlerimi ondan ayıramıyordum? Ona baktığımda gözlerimi ondan kaçırmaya çalışıyordum, bunun için çaba harcıyordum. Ama neden?
"Ben de onu kaybettiğimi sanıyordum. Her tarafa baktım onu bulmak için. Meğer sen bulmuşsun. Onu bulmana sevindim." Söylediklerinin yalan olduğunu tahmin edebiliyordum. O defteri kitapların üstüne koyarak bana o vermişti. Onu sanki kitaplarının arasında unutmuş gibi yapmak istemiş olmalıydı. Peki ya neden bunu yapmıştı? Çünkü o defteri görmemi istiyordu. Bir nevi anı defteri olmalıydı o defter.
"Defterimi açıp okudun mu?"
"Hayır, okumadım." dedim kısaca. Okudum demem onun günlüğüne izinsiz bakmış olduğumu gösterirdi.
Şaşırmış gibi baktı: "Heeeeee hiç mi?"
"Hayır, okumadım." dedim sesimi sakin bir tona bürümeye çalışarak.
Parmağını saldırgan bir şekilde bana doğrulttu. Evet, onu okumam için kitaplarının arasına bırakmıştı. Okumadığımı söylediğim için bana kızmıştı. Yine de az bir kısmını okumuştum. Onun sırrını öğrenmeye yetecek kadarını.
"Bence yalan söylüyorsun. Herneyse sana anlatacağım. Ben uzun süredir kalbinden rahatsız olan bir kızım. Doktorlar rahatsızlığımı tedavi etmek için yıllarca çözüm üretmeye çalıştı ama bir çözüm bulamadılar. Ben de hayatımın son birkaç ayını hastanede geçirmek istemedim. Hastaneden kaçtım, geri kalan birkaç ayımı burada istediğimi yaparak geçireceğim. Burada istediğimi yapabiliyorum. Hem... Buraya kimse uğramıyor bile beni bulamazlar."
Bana bunu anlatmasıyla birlikte içimde bir şeylerin zarar gördüğünü hissedebiliyordum. Boğuluyor muydum? Hayır, sanki kimsenin olmadığı bombo bir çölde avazım çıktığıkadar bağırıyor ama sesimi duyuramıyor gibiydim. Sanki ıssız bir adada, tek başıma kalmış ve bu yalnızlığı vücudumun tüm hücrelerie kadar hissetmiş gibiydim. Gerçekten de o bir kelebekti. Ömrü sadece bir kelebek kadardı. Karşıma çıkan her insan bir şekilde mutsuz oluyor, bu mutsuzluğu benden önce ya da sonra yaşıyorlar ama bir şekilde mutsuz oluyorlardı.
"Hmmm, demek öyle." sesimi ifadesiz bir şekilde tutmaya gayret göstermiştim. Eğer sesime ifade katmazsam asla ne düşündüğümü fark edemezdi. Bunu önemsemediğimi düşünür ve bana yakın olmak istemezdi. Bende uzaklaşır ve mutlu olurdu. Çünkü benim yakınıma birinin gelmesi sadece ıssız bir okyanusta iki kişi olmamıza yol açardı. Tüm insanlardan uzak ve yalnız bir şekilde boğulmamıza neden olurdu.
"Neeeeee, sana bunu söylüyorum ve umursamıyor musun?"
Sepetimdeki kitaplarla birlikte doğruldum ve kitaplarımı yerlerine yerleştirmeye devam ettim: "Yani, benim kitapları yerleştirmem gerekiyor. İşim bu."
"İşin kaçmıyor ya. Buna hiç üzülmedin mi yani? Hiç umursamadın mı? Böyle mi tepki veriyorsun sen?"
"Ben, sadece işimi yapmalıyım."
Birden gülmeye başladı. İşimi bırakıp ona doğru baktım. Benimle alay mı ediyordu yoksa. Peki hastalığı... Hastalığı gerçek miydi? Gerçek olabilir miydi? Bana neden yalan söylesin ki? Bu soruyu sorunca ikinci bir gerçeğindaha farkına varmıştım. Bana neden doğruyu söylesin ki? Bunu neden benimle paylaşmak istesin?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ORMANIN LANETİ ( Dram - Fantastik )
FantasiaRüzgar adında bir çocuk hastanede çoğu şeyi hatırlamıyor olarak uyanır. Bildiği pek az şeyden biri okulunda bir soruna karıştığı için Yedisu adında bir köy okuluna yollandığıdır. Yedisu köyünde lanetli bir orman vardır, köy halkı buraya gömülen ölül...