Yedisu'ya yerleştiğimden bu yana günler geçmişti ve günler geçtikçe artık yavaş yavaş alışıyordum. Kitap kafedeki küçük işlerime, buranın doğasına, yeni küçük ilçeme, Dolunay'a, Hayal'e... Günler geçtikçe burayı yavaş yavaş kendi bölgem gibi görmeye başlıyordum. Burası bir şekilde bana tanıdık geliyordu. Bir şekilde... Sanki uzun bir süredir burada yaşıyor gibi hissediyordum. Yıllar boyu... Belki de benim burayı tanıdık hissetmeme neden olan şey doğayla bütünleşmesiydi. Burada doğadan başka bir şey yok gibiydi. Orman, nehir, çalılıklar ve sayısı bini geçmeyen evler... Belki de nüfusu birkaç bin kişiden oluşan bir ilçenin sadeliğinden dolayı bu kadar çabuk benimseyebilmiştim burayı. Çünkü alışmamı gerektiren şeylerin sayısı çok azdı.
Akşamları kitap kafenin küçük dinlenme odasında uyuyordum. Burası artık benim odam olmuştu. Dolunay buraya dinlenmek için bile girmiyordu. Kendi özel eşyalarının hepsini odadan alıp kafenin tezgahının altındaki dolaba tıkmıştı. Burasını bana bırakmıştı. Gün içinde bazen dışarı çıkıp dolaşır, bazen kafedeki az sayıda işi yapar, çok küçük bir zamanımı da kitap okumaya ayırırdım. Kitap okumaya bir türlü kafamı veremiyordum. Kitap okurken hep aklıma anılarım geliyordu. Onlardan uzak kalmaya çalışıyordum çünkü beni boğuyorlardı.
Hayal buraya her gün türlü bahanelerle gelirdi. Bazen kitap almak için, bazen okuyup bitirdiğini iddia ettiği kitabı bırakmak için, bazen sadece kahve içmek için, bazen de çok yardımsever olduğunu söyleyerek işlere yardım etmek için gelirdi. Söylediği şeylerin hiçbirini inandırıcı bulmazdım. Yine de hâlâ o bana bakmadığı, başka bir yere baktığı zamanlarda gizli gizli onu izler ve gülümserdim. Onu gizlice izlediğim zamanalrda Dolunay bir şekilde beni fark eder ve o da bana gülümserdi. Başıyla bana onu işaret ederdi.
Bir sabah yeni kalktığımda Dolunay'ı masada oturmuş önündeki bir kitabın sayfasının küçük bir kısmını ağzına atıp yerken gördüm. Kitabın sayfasını yerken yanında kahve içiyordu. Şaşırmalı mıydım? Şaşırmamıştım. Tepki vermeli miydim? Hayır, bir tepki vermemiştim. Gözlerimi ovuşturarak yanına gittim. "Kitabın tadı güzel mi?"
"Hikâyeler anlatan her şeyin tadı güzeldir."
"Hmmm bana pek lezzetli gözükmedi."
"Sen ağzının tadını bilmiyorsun."
"Ben sana kendi hikâyemi anlattım; fakat sen kendi hikâyeni bana anlatmadın."
Kitabın sayfasını biraz daha yırtarak ağzına attı. "Benim kitap yediğimi kimseye söylememelisin. İnsanların bana gülmesini istemem. Senin görmüş olman sorun değil ama başkası görmemeli."
"Soruma cevap alamadım." dedim dirseklerimi masaya yaslamış ve öne doğru eğilmiştim.
"Ne bilmek istiyorsun. Her şeyimi görüyorsun zaten, bütün gün benimle birlikte yaşıyorsun."
"Bir insan hakkında asla her şeyi bilemezsin."
"Bak bu doğru." bunu söylerken kopardığı kitap kağıdını bana doğru sallamıştı. Sonra kağıdı kahveye batırdı ve kağıttan bir ısırık daha aldı: "Eeeee ne bilmek istiyorsun?"
"Geldiğim gün kimse bana yatılı iş vermemişti. İş verenler bana sadece iş verebileceğini; iş yerinde kalmama izin vermeyeceklerini söylemişti."
"Çünkü sen yabancısın, küçük yerlerde yabancıları sevmezler."
"Ama sen beni iş yerine aldın. Üstelik o gün bana hiç soru bile sormadan kalacak yer gösterdin."
"Çünkü yavru köpeğe benziyordun."
"Köpek... Köpeğe mi benziyorum?"
"Eskiden bir köpeğim vardı... Çok eskiden."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ORMANIN LANETİ ( Dram - Fantastik )
FantasiRüzgar adında bir çocuk hastanede çoğu şeyi hatırlamıyor olarak uyanır. Bildiği pek az şeyden biri okulunda bir soruna karıştığı için Yedisu adında bir köy okuluna yollandığıdır. Yedisu köyünde lanetli bir orman vardır, köy halkı buraya gömülen ölül...