Hayal'le birlikte ormana gitmemizin ve onun yağmur yağdırabildiğini görmemden sonra artık hayatıma daha fazla değişiklik katılmıştı. Hayal, artık sürekli benimle konuşmak istiyor; sürekli benimle yürüyüş yapmak, birlikte yemek yemeyi istiyordu.
Yemeklerinde sürekli kalp yerdi. Kalp yediğini ilk gördüğünde: "Kalp yediğin için kalbinin iyileşeceğine inanıyor musun gerçekten." diye sormuştum. Bakışlarını tekrar uzaklara kaçırmıştı, tekrar uzak bir yere bakmaya başlamış ve "Hayır, buna inanmıyorum elbette. Ama eski insanlar buna inanırmış ve bunun beni iyileştirmesi için milyonda bir ihtimal bile varsa bunu denemek istiyorum."
O hep neşeliydi, hep mutlu olmaya çalışıyordu. Peki gerçekten mutlu muydu? Sanmıyordum. Ne zaman kalbinden rahatsızlığından bahsetsem hemen bakışları derinleşiyor ve gözlerini kaçırıyordu. Hep uzak bir noktaya bakıyordu. O kadar uzak bir nokta ki sanki ölümün penceresine bakıyordu. Gözlerinde o an ölümün derinliği oluşuyordu sanki. Dipsiz bir kuyu.Ucu olmayan, sonu olmayan bir kuyu...
Peki o gün benim elime dokunduğunda hissettiğim şey? O hissettiğim şeyi en son ne zaman hissetmiştim? Hafızamda kalan son şeye dokunduğumda hissetmiştim onu. Melodi'ye dokunduğumda. Melodi'ye dokunduğumda hissettiğim şeyleri ona dokunduğumda da hissediyordum. Melodi işitme engelliydi ve bu onun konuşmasını da kısıtlıyordu. Hayal'se kalbinden rahatsızdı. Hayal'i görünce bana verdiği hissin bu kadar tanıdık olma nedeni bu muydu? Hayır, sadece bu değildi. Hayal'in bakışlarındaki mutluluk ve hüzün... İkisinin aynı anda ortaya çıkması... Melodi yaşadığı kötü hayatı, sorunlarını herkesten gizliyor; işitme engelli olması onu çok üzdüğü hâlde sanki hep çok mutlu gibi davranıyordu. Bütün sorunlarını gizliyor ve sadece gülümsüyordu. Bu, onun sorunlarıyla başa çıkma yöntemiydi. Bütün sorunlarını gizliyordu.
Peki Hayal? onun kalbinin hasta olması onu çok üzüyordu bunu anlayabiliyordum. Yine de sanki hiçbir sorunu yok gibi davranıyordu. Hep mutluymuş gibi. Bu onun da sorunlarla başa çıkma yöntemiydi. Tıpkı Melodi gibi. Hayal'den bu yüzden mi uzak durmaya çalışıyordum? Melodi'ye benzediği için... Onunla aynı kaderi paylaşmaması için. Sanki ondan uzak durursam Melodi'yle aynı şeyleri yaşamayacak gibi.
"Ama o zaten hasta" derdi içimdeki bir ses böyle düşündüğümde. "Senin ona uzak olman ya da yakın olman bir şeyi değiştirmeyecek. Onun zaten ömrü tükeniyor. Sense bu tükenen ömrü daha da kısaltamazsın. O seni istiyor, senin yanındayken mutlu olduğunu düşünüyor." İçimdeki bu sesin sahibi annemin sesi olurdu her zaman fark ederdim bunu. Hastanedeyken karşıma çıkan o küçük kız, annemin küçüklüğünün görüntüsü belirirdi hayalimde o an.
Annemin hayalinin söylediği bu sözü Hayal de söylemişti. Beni kendi evine çağırmıştı o gün. Onu ilk defa kalp dışında bir şey yerken görmüştüm. İkimiz için de patates kızartması hazırlamıştı, aynı tabaktan yiyorduk. Büyük bir tabağa koymuştu. "Bana hep soğuk davranıyorsun. Sana baktığımda gözlerini kaçırıyorsun. Seninle konuşurken konuşmayı kısa kesiyorsun bazen. Benden hoşlanmadığını, beni itici bulduğunu düşüneceğim ama öyle değil. Çünkü garip bir şekilde yanımda olduğun zamanlarda mutlu olduğunu da görüyorum. Bunu hissedebiliyorum, mutlu oluyorsun."
"Senden uzak durmaya çalışıyorum çünkü... Çünkü senin zarar görmeni istemiyorum."
O zaman gülmeye başlamıştı: "Salak, ben zaten ölüyorum. Bana ne kadar zarar verebilirsin ki?" Kollarımdan tuttu ve beni itmeye başladı. Beni mutfaktan dışları çıkardı. Onun ellerinin dokunduğu yerlerde elektriklenme hissediyordum. Bu elektriklenme vücudumu titretiyordu. Beni salona doğru sürdü ve sırtım salonun duvarına dayanıncaya kadar itti. O zaman suratını yüzüme doğru yaklaştırdı. Nefesini tenimde hissedebiliyordum. Burnunu burnumun üstüne dayamıştı. Gözlerimiz birbirine tamamen yaklaşmıştı, aralarında sadece iki santim mesafe vardı. Ve onu hissedebiliyordum... Onun gözlerinin derinliğini hissedebiliyordum. Gözlerinin içine baktığımda sanki kayboluyordum. Derinlere açılan bir pencere gibi, dipsiz bir kuyu gibi... Ve ben o kuyunun içine düştükçe daha çok derine çekiliyordum. Orada kayboluyordum.
Sonra bir rüzgar beni kendime getiriyordu. Onun nefes alışverişlerinin rüzgarı. Nefesi tenime değdiğinde vücudum ürperiyordu. Sanki bu ürperti bedenimi esir alıyor gibiydi. O ürperti onun nefesi tenime her çarptığında daha da artıyordu.
"Bana ne kadar zarar vermeyi düşünüyorsun? Beni öldürecek misin?"
"Bilmiyorum" diyebilmiştim. Sesim titremişti, sesim heyecanımı yansıtıyordu. Nefes nefeseydim. Onun nefesi tenime çarptığında benim nefes alışverşlerimin hızı da artıyordu.
"Beni öldürecek misin?" bu sefer bu burnu çeneme dayanmıştı. "Beni öldürürsen bu sorun olmaz. Çünkü zaten ölüyorum."
O gerçekten ölüyor muydu? Bu kabullenmek istemediğim bir gerçekti. Sanki bunun bir şaka olduğunu ya da bir hata olduğunu düşündüğümde bu gerçekleşmeyecekti. Küçük bir çocuğun hayallerindeki canavarların gerçek olmadığını düşünmesi gibiydi benim yaptığım. Onun öleceği bilgisi benim hayalî bir canavarımdı ve ben bunu düşünmediğimde, bu olmayacakmış gibi yaptığımda her şey düzelecekmiş gibiydi. Ama küçük çocukların bu avuntuları ışıkları söndürdüklerinde son bulurdu. O zaman kabusları tekrar başlar ve tekrar korkmaya başlarlardı. Benim avuntumsa ışıkların açılmasıyla bitiyordu ve o zaman gerçeği hissediyordum. İçimde bir şeylerin kopmak üzere olduğunu hissedebiliyordum.
Kapı çalınca onun gözlerini kapattığını gördüm. Kapıyı açmak istemiyordu. Duymamış gibi yapacaktı. Bu anı, benimle göz göze bakışabildiği birbirimizi sessizce seyredebildiğimiz bu anı devam ettirmek istiyordu. Bunu anlayabiliyordum. Kapı tekrar çaldı.
"Kapı çalıyor."
"Doğru, bak beni öldüremeyeceksin. Çünkü kapı çalıyor."
"Başka sefere artık."
Kapıyı açmaya gitmişti. Biz onunla ne yapıyorduk? Onunla hayatımda olan her şey neden böyle karışıktı? Kapıyı açmasının sesini duydum. Kapı açılıyordu, bir kızın sesi duyuldu. Hayal'le konuşuyordu. Arkadaşı onunla konuşuyordu. Yedisu'ya geldiğimden beri Hayal'in hiçbir arkadaşını görmemiştim. O heptek başına benim bulunduğum kafeye geliyor; Dolunay ve benimle konuşuyordu. Dolunay ve benim dışımda hiçbir insanı tanımıyor gibiydi. Öyle hissetmiştim. Ama öyle değildi sanırım. O burada büyümüştü. Buradaki herkesi tanıyor olmalıydı.
Odanın kapısına doğru yöneldim.Kimin geldiğine bakmak istiyordum. Hayal'le misafir kız dış kapının önünde konuşuyorlard. Hayal dış kapının eşiğinde, ortada duruyordu. Ellerini kapının kanatlarına dayamıştı. Bunu sanki onun içeri girmesi ihtimaline karşı içgüdüsel olarak yapıyor gibiydi. Kızın yüzünü görmiyordum çünkü Hayal'in tam önünde duruyordu. Hayal'İn vücudu onu görmemi engelliyordu. Sadece kızın Hayal'den daha uzun olduğunu ve saçlarının sarı renk olduğunu görebiliyordum.
"Evet, sokak kedilerinden alerji kaptığım için evde dinleniyorum ben de hastayım yani."
"İyi de senin kedilere alerjin yok ki.
"O zaman sokak köpeklerinden alerji kapmış olabilirim. Bilmiyorum bir şeyden alerji kaptım sadece. Neyden alerji kaptığım önemli mi sanki."
"Söylediklerin hiç mantıklı gelmiyor." Bunu söyledikten sonra yüzü sadece bir saniyeliğine Hayal'in oluşturduğu perdeden ayrıldı ve göründü. Sadece bir saniye. O bir saniye içinde onunla gözlerimiz buluştuğu anda saniyenin sadece çok küçük bir kısmında gözlerinde beliren nefreti hissetmiştim. Bana karşı gözlerinde bir nefret çakmıştı saniyenin çok küçük bir anında. Sonra gözleri tekrar normal ifadesine dönerek Hayal'e bakmıştı: "Canım hasta olduğunda hep yanında olabilirim biliyorsun."
"Biliyorum sen çok düşüncelisin. Çok tatlısın. Ama şu an yardıma ihtiyacım yok ki. Hem sen de hastalığı kaparsın sonra."
O kız... O kızı tanıyor muydum? O kızı tanıyordum ama kimdi o kız. Onu çok iyi tanıdığımı hissedebiliyordum. Bunu kesinlikle hissedebiliyordum. O kız kimdi?
O kızı görmüştüm. Defalarca görmüştüm. Çok önceden mi? Hayır. Yakın bir zamanda görmüştüm. Rüyalarımda... Gerçeği anladığım an vücudumda ani bir doğukluk hissetmeye başladım. Odanın ısısı sanki bir anda düşmüştü ve bir anda buz kesmişti. Vücudum üşüyor gibiydi. Elimde küçük bir titreme oluştuğunu hissedebiliyordum. O kızı tanıyordum. Hem de çok iyi tanıyordum. Rüyalarımda... Onu defalarca görmüştüm. Defalarca... O kız Elif'ti. Rüyalarımda sürekli gördüğüm ve sınıfta sıramın arkasında oturan Elif'ti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ORMANIN LANETİ ( Dram - Fantastik )
FantasyRüzgar adında bir çocuk hastanede çoğu şeyi hatırlamıyor olarak uyanır. Bildiği pek az şeyden biri okulunda bir soruna karıştığı için Yedisu adında bir köy okuluna yollandığıdır. Yedisu köyünde lanetli bir orman vardır, köy halkı buraya gömülen ölül...