Birkaç günlük heyecanlı bekleyişin sonunda nihayet beklediğim telefon geldi. Seul'deki en büyük kütüphaneye çağrılıyordum. O kadar çok yere başvuru göndermiştim ki, olumlu bir dönüş almasaydım kahrolacaktım.
Hızla üzerimi değiştirip aynada son kontrolümü yaptım. Çantamı sırtıma atıp koşarak evden çıktım. Bir sürü kitap ve ben... Harika bir yaz geçireceğime emindim. Tabi işe kabul edilirsem...
"Merhaba! Ben Chanyeol! Park Chanyeol! Beni siz mi aramıştınız?"
Girişte duran kadının karşısında nefes nefese dikiliyordum. Gülümseyerek ayağa kalktı.
"İş için mi geldiniz?"
"Evet."
"Gelin benimle, sizi Bay Kim aramış olmalı."
Kütüphanenin kapısından geçerken içeri baktım. Tonlarca devasa raf ve yüzlerce kitap vardı. İçerisi büyüleyici görünüyordu.
Bay Kim'le konuşmam bittiğinde gülümseyerek odadan çıktım. İşe kabul edilmiştim. Üstelik istersem hemen başlayabileceğimi söylüyordu.
"Burası devlet tarafından açılmış, Seul'deki en büyük kütüphanedir."
"Bunu biliyorum."
"Burada kayıt tutacaksınız, insanlarla ilgileneceksiniz ve masalardaki kitapları daima gidenlerden sonra toplayacaksınız."
"Tabi, bu benim görevim."
"Çok yorucu olacağını sanmıyorum. Buraya gerçekten kitapları seven insanlar geliyor. Üstelik..."
Onun cümlesinin bitirmesini bekleyemeden kapıdan içeri girdim ve bilgisayarın arkasında tanıdık birinin oturduğunu fark ettim.
"Yifan?"
Kadın sözüne devam edince dikkatim tamamen dağıldı.
"Üstelik yalnız olmayacaksınız. İki kişi için çok yorucu değildir. Kolay gelsin."
Kadın çıkarken şaşkınlığım sürüyordu. Bunun gerçek olmamasını diliyordum. Tam da onu samimi bulmuşken...
"Hoşgeldin Chanyeol."
"Geleceğimi biliyor muydun?"
"Sadece hissetmiştim."
"Ne?"
"Sana söylemiştim değil mi? Tatilde karşılaşabileceğimizi hissediyordum."
"Gidip bugün başlayamayacağımı söyle."
"Nereye gidiyorsun?"
Onu dinlemeden kapıdan çıktım. Peşimden gelmesine rağmen koşuyordum.
"Chanyeol dur!"
"İşine geri dön."
"Neden gidiyorsun?!"
Kolumdan yakaladığında öfkeyle ona döndüm.
"Buraya gerçekten başvurduğuma emin olacağım. Eve gidip başvurularımı kontrol edeceğim."
"Eğer e-postalarına bakacaksan eve gitmene gerek yok. Elinde telefonun var ve öfkeden bunun farkında bile değilsin."
"Teşekkürler."
Tuş kilidimi açtığımda elimi tuttu.
"Tamam, bunu ben ayarladım. Özür dilerim."
"Burada çalışamam. Ben kendim başarmak istiyorum. Başkasının ricasıyla değil."
"Tam aramızı düzeltmişken bunu yapma."
"Bunu yapan ben değilim. Nasıl orada torpille çalışacağımı düşünürsün."
"Oraya geçen sene başvuru yapmışsın Chanyeol."
"Ne?"
"Ben senin adını verdiğimde sistemde geçen yıl yapılan başvurunu buldular. Değerlendirmelere eklenmediğini fark ettiler."
"Nasıl yani?"
"Yani zaten bu yıl incelenecekti. Belki de sen alacaktın işi. Lütfen sorun etme ve geri dön. Benimle..."
"Yifan... Bu doğru değil. İhtiyacı olan birine engel oluyorsam kendimi affedemem."
"Peki, Bay Kim'e diğer başvuruları incelemesini ve paraya ihtiyacı olan biri olup olmadığını kontrol etmesini söyleyeceğim."
"Ona nasıl emir verebiliyorsun?"
"Emir değil, sadece rica edeceğim."
"Bu olanlar kafamı karıştırdı."
"Gelmeyecek misin?"
Elini uzatıp gözlerime baktı. Bir de elini tutup onunla gitmemi mi bekliyordu gerçekten? Şaka mıydı bu?
"Tamam, geleceğim."
"Neyse ki..."
"Yarın görüşürüz."
"NE?"
"Yarın geleceğim Yifan. Şuan sinirliyim ve gelmek istemiyorum."
"Peki, en azından yarın burada olacaksın. Şimdi seni evine bırakmama izin verir misin?"
"Evime mi? Yine manyakça bir katil paniği yaşatacaksan gelme."
"Hayır, sadece evine bırakacağım."
Yürümeye başladığımda benimle gelmedi. Ne yaptığını anlamak için dönüp baktım. Öylece bana bakıyordu.
"Yürüyecek misin?"
"Hayır."
"Sen bilirsin..."
"Tanrım! Durur musun Chanyeol!?! Seni arabayla bırakacağım."
"Yürümeyi tercih ederim."
"Beni zor kullanmak zorunda bırakıyorsun."
Bileğimi sıkıca kavrayıp çekiştirmeye başladı.
"Hiçbir şey yapmıyorum Yifan. Bırakır mısın?"
"Bırakamam, çırpınmayı bırak. İnsanlar yanlış anlıyor."
İnsanların bakışlarını fark edince çırpınmaktan vazgeçtim. Onunla birlikte otoparka doğru yürümeye başladım. Bileğimin sızladığını hissediyordum ve bunu söylemek için bile fırsat bulamıyordum.
"Bileğim gerçekten acıyor Yifan. Lütfen dur."
"Özür dilerim."
Bileğimi nazikçe öptükten sonra arabanın kapısını açtı.
"Sen bir kaçıksın."
"Sen de öyle."
Neyse ki yol boyu konuşmak için ısrar etmemişti. Bir an önce evime gelmiş olmak rahatlatıcıydı.
Kendimi berbat hissediyordum. Biri benim iyi bir edebiyatçı veya çalışkan biri olduğuma inanarak işe almalıydı. Kitapları sevdiğim için işe almalıydı. Fakat o benim başarımı kendi çevresiyle gölgede bırakmıştı.
"Yarın sabah sekizde burada olacağım."
"Neden?"
"İşe gideceiz."
"Bunun için fikrimi sormak yerine emir veriyorsun, öyle mi?"
"Yarın işe giderken seni evden alabilir miym?"
"Hayır."
"Yine de geleceğim."
"Yifan..."
"Chanyeol lütfen, yalvarırım daha da zorlaştırma."
"Peki, sekiz."
"Teşekkürler."
"Eve bıraktığın için teşekkrle."
O gittikten sonra evime girip kendimi banyoya attım. Ilık bir duş kendime gelmemi sağlayınca, üzerime bir şeyler geçirdim ve en rahat koltuğuma yerleştim.
İstediğim tek şey biraz uyumaktı. Saat bunun için uygun değildi ve uyursam hiçbir şey değişmeyecekti. Bunları bilmek, unutma isteğime engel olmuyordu.