(flashback)
Üniversitede üçüncü yılım bitmek üzereydi. Kore'ye sürgün edildiğimden beri hiç bu kadar umutlu hissetmemiştim.
Aslında berbat bir hikayem vardı. Yalnız geçen çocukluğumun tek mutluluk kaynağı Luhan'dı. Annem saygın bir aileden gelmiyordu. Dedem yüzünden evlenmişlerdi ve babam onu hiç sevmiyordu. Boşanmak gibi bir eyleme cesareti yoktu. Her şeyden önce itibarı zedelenecekti.
Evimizde çalışanları çok severdim. Luhan'ın annesini de öyle... O, annemin ilkokul arkadaşıydı ve şans eseri aynı sokakta oturuyorduk. Zavallı annem evdeki çalışanlar ve Luhan'ın annesi dışında kimseyi görmezdi.
Babam her zaman benim saygın biri olarak onu onurlandırmamı bekliyordu. Aslında oğluyla gurur duymak istemiyordu. Ona oğluyla ilgili övgüler yağdırılsın istiyordu. Onu ne kadar iyi yetiştirdiğine dair...
Liseyi bitirdikten sonra üniversiteye gitmek istemedim. Babamın, oğlu sayesinde övgü almasını asla istemiyordum.
Bir gün boş bir sokakta birkaç serseriyle tanıştım. Benim gibi sürekli içiyorlardı. Kendimi mi babamı mı cezalandırdığımı bilmiyordum. Onların çetesine dahil olurken sadece içip sarhoş olmayı hedefliyordum.
Her zaman olduğu gibi hata yapacaktım. Babam beni bu yaşıma rağmen evin bodrum katına kilitleyecek, hiçbir şeyi doğru yapamıyor olmamla ilgili tonlarca hakaret edecekti.
Hayatta bir şeyler planlarız, fakat başımıza daima başka şeyler gelir. Bunu o grup öğretti bana. Alkolden daha etkili olacağını, gerçekten sarhoş olacağımı söyleyerek birkaç hap verdiler. Luhan gibi masum bir dosta sahiptim ben. Dışarı çıkmaz, kimseyle konuşmazdım. Bu yüzden böyle bir şeyin varlığından haberdar değildim.
Yeni bir şey öğrendiğimi düşünürken bağımlı olmuştum. Bir şeylerin yokluğunu hissetmeye başladığımda, her şeyin tepe taklak olduğunu fark etmiştim. Luhan bana her gün yalvarıyordu. Daha fazla kriz geçirmemden korkuyordu. Doktora gitmemi istiyordu.
Bir gün büyük bir kriz geçirdiğimde her şey ortaya çıktı. Sonra babam beni Güney Kore'de bir kliniğe kapattırdı. Buraya tedavi olmaya değil, hapsedilmeye gelmiştim. Babamın adamları her gün kapıda bekliyordu.
Luhan'ın internette yaptığı araştırmaları okumuştum. Gerçekleri öğrendiğim için tedavi olmak istiyordum. Bunu herkesten çok istiyordum. Fakat hala kaçacağımı düşünüyorlardı.
Bir süre sonra klinikten çıktım. Fakat babam Çin'e dönmemi istemiyordu. Oğlunun okumak için ülke değiştirdiğini basına çoktan duyurmuştu. Benden de bunu gerçekleştirmemi bekliyordu.
Babamın bana okumamı emrettiği bölümler listesinin hala dolabımda yapışık olması oldukça komikti. O, onlardan birini okumamı beklerken, hiç ilgim olmayan edebiyatı seçmiştim. İyi derece Korece biliyordum, ama hiçbir zaman hiçbir ülkenin edebiyatına ilgim olmamıştı.
Geç başladığım üniversite hayatımın son bir yılında bazı hisleri de öğrenmeye başlamıştım. Biri vardı. Dünya üzerindeki en havalı, en güzel, en erkeksi ve aynı zamanda en tatlı adam olabilirdi.
Onu sadece ortak arkadaşlarımızın listesinden takip edebiliyordum. Beni tanıyor muydu bilmiyordum, ama daha önce takip isteğimi reddetmişti.
Okulun kapanmasına bir hafta vardı ve bahçedeki ahşap masalarda oturuyordum. Bir arkadaşımızın listesinden onun Facebook hesabını bulup girmiş, gizliliği açık olan fotoğraflarına bakıyordum.
"Onu tanıyor musun?"
"Yixing?"
Şaşkınlıkla ona döndüm. Telefonun ekranından gözünü ayırmıyordu.