Uçağımızın inmek üzereyken başımı Yifan'ın omzuna yasladım. Hala aynı şeyi düşünüyordum. Babasıyla konuştuklarımı...
İyi mi yapmıştım? Bence bu konuşma iyi bir sonuç doğuracaktı. Yifan'ın mutlu olacağını hissediyordum.
(flashback)
Kapıya vurup beklemeye başladım. İçerden gelen sesle kapıyı yavaşça açtım.
"Gel Chanyeol. Ben de seni bekliyordum."
İçeri girip daha önce oturduğum yere izinsiz oturdum.
"Bana bir soru sormuştunuz."
"Evet?"
"Babamın bir şirketi varken, ben yine de kendi istediğim işi yapmak isterdim."
"Yifan da böyle mi yapıyor?"
"Eğer merak ediyorsanız, Yifan bir dondurma dükkanı sahibi olmak istiyor. Suratsız bir şirket yöneticisi olup, herkese onların sahibiymiş gibi davranmak, gelecek planları arasında yok."
"Bunu o mu söyledi?"
"Kendim öğrendim. Çünkü onun ne düşündüğünü önemsiyorum."
"Onu ben de önemsiyorum. O benim oğlum."
Oturduğum yerden kalkıp gözlerimi üzerine diktim.
"Şimdi haddimi aşacağım Bay Wu. Bunun için üzgünüm."
Anlamayarak baktığında devam ettim.
"Onu gerçekten önemsiyor olsaydınız, size söyleyecek çok şeyim vardı. Fakat bir tek şey söyleyeceğim. O her haliyle gurur duyulacak biri."
"Tabi, mezun olduğunda onu gururla yönetim kadrosuna tanıtacağım."
Bu adam gerçekten insan olamazdı. Nasıl bir baba sadece şirketini düşünebilirdi?
"Anlamıyor musunuz? Oğlunuza ne yaptığınızı gerçekten görmüyor musunuz?"
"Lütfen otur Chanyeol. Sandığımdan daha öfkelisin. Fakat seni dinleyebilirim. Yifan sana ne anlattı?"
"Bir şey anlatmasından mı korkuyorsunuz?"
"Hayır Tabi, ama..."
"O bana sadece annesini anlattı. Aynı evin içinde olduğu halde babasından izin almadan göremediği annesini..."
"Bu konu biraz..."
Derin bir nefes aldım. Her şeyi daha fazla batırabilirdim. Fakat ben bu şiddetli dalgalara rağmen kulaç atarak kıyıya çıkacağıma inanıyordum. Yifan'ı boğulmaktan kurtaracağıma inanıyordum.
"Yifan gelecek yıl Edebiyat mezunu mutsuz bir adam olacak."
"Ne?"
"Doğru duydunuz. Ne yazık ki gencecik bir adam babası yüzünden sevmediği bir bölümde üç buçuk yıl geçirdi."
"Onu oraya bunun için göndermedim Chanyeol. Onu korumaya çalışıyorsun. Fakat sanıyorum ki gerçekleri bilmiyorsun."
İfadesi ciddileşmişti. Onu benden daha fazla tanıdığını falan mı sanıyordu?
"Eski bağımlı olduğunu mu? Bunu biliyorum efendim."
Sinirle soğudu. Oğluyla ne alıp veremediği olduğunu anlamıyordum.
"Peki böyle karşımda durmuş benden ne bekliyorsun?"
Her seferinde olduğu gibi iznim olmadan akın eden yaşlarım bana hiç yardımcı olmuyordu.
"Onunla, sadece oğlunuz olduğu için, sevgi görmediği halde insanları sevebildiği için, bağımlılığını yenecek kadar güçlü bir adam olduğu için gurur duyamaz mısınız?"
"Bunlar için onu alıp televizyona çıkamam, değil mi?"
Omuzlarımı düşürdüm.
"Sadece başarı hikayelerini önemsiyorsunuz, öyle değil mi?"
"Evet ve yapması gereken şeyler için değil, başarıları için gurur duyabilirim."
Kalbi taşlaşmış bir insandan, oğluna sevgi vermesini mi istiyordum? Belki de pes etmeli ve sadece yalvarmalıydım.
"Öyleyse artık ona annesini hediye edin. Mutlu yaşamasına izin verin."
"Güney Kore'de mi?"
"Evet, annesiyle birlikte, buradan uzakta."
"İkisini de göndermemi mi istiyorsun?"
"Sizin için zaten yoklar. Ne değişir ki? Onları mutsuz bir hayata mahkum etmek yerine azat edin. Böylece Tanrı'dan günahlarınız için af dileyecek yüzünüz olur."
Yaşlarımın arasından öfkeli bakışlarımı gönderip arkamı döndüm ve kapıya uzandım. Son sözlerimi söylerken hıçkırıklarımı zor tutuyordum.
"İyi günler. Umarım tekrar görüşmeyiz."
(flashback end)
Her şey iyi olacak mıydı? Buna emin değildim. Fakat içimdeki umut henüz yok olmamıştı. Şimdi değildi belki, ama bir gün her şey gerçekten çok güzel olacaktı. Huzur dolu gökkuşağı bizim de etrafımızı saracaktı.