Hipodrome 🌼

894 158 20
                                    

Beni mahveden şey; bana yalan söylemiş olman değil, sana bir daha inanmayacak olmamdır. -Victor Hugo

Abay'ın anlatımıyla.

İnsanın içini ısıtan sıcak bir Pazar sabahıydı, hayallerimizin başkenti olan Paris'te, oldukça lüks bir otelde gözlerimi açtığımda. Aslına bakarsanız Paris'i pek sevdiğim söylenemezdi, fazlasıyla abartılan bir şehir olarak düşüyorum. Ama hayallerimize gidecek olan o büyük dans, bu şehirde yapılacaktı. Şu dünya ne garip bir yer, hiç ummadığınız her ne varsa bir gün bir şekilde karşınıza çıkıyordu. Kim derdi ki bir gün bütün dünya tarafından bilinen, dans konusunda en prestijli yarışmaya katılmaya hak kazanacağımızı. Şaka gibi geliyordu lakin, bu geniş oldukça rahat yatakta yatıyorsam demek ki herhangi bir şakanın içinde değildim. 

Usulca doğruldum. Elimi yüzümü yıkamak için bir ay gibi parıldayan fayanslarla döşenmiş aynasının yanları çeşitli küçük lambalarla süslenmiş banyoda elimi yüzümü yıkadım. Soğuk su üzerimdeki uyuşukluğu bir çırpıda yok etti. Odama yöneldim. Üzerime rahat bir tişört ve pantolon geçirdikten sonra bizimkileri uyandırmak için telefonu elime aldım, hiç üşenmeden hepsini arayıp uyandırdım. Aslında kahvaltı yapmak için sabaha söz vermiştik lakin saat henüz yediyi çeyrek geçiyordu. Bu kadar erken sözleşmemiştik. Hepsi de bu durumdan bana dert yandı lakin bugün, büyük gündü. UDY'nin ilk ayağına çıkacaktık, binlerce insanın önünde. Bu ilk tur tabii ki de çok önemliydi, eğer geçemezsek yapılacak tek şey İstanbul'a geri dönmek olacaktı çünkü. Bütün gece heyecandan uyuyamamış olmam bir tek bana normal geliyordu sanırım. 

Odamdan çıkıp asansöre yöneldim. Tam bu sırada Edis'i gördüm. Uyuşuk, uykulu tavırlarla bana selam verdi. Üzerini değiştirme gereği duymamış, odasından dışarıya ipek pijamalarıyla çıkmıştı. Kısa süreli bir sohbet etmeye koyulduk. Bu sırada asansör gelene kadar Ada ile Dilara'da göründü, yanımıza geldiler. Bu kadar erken saatte onları uyandırdığım için bana hayıflanıyorlardı. 

"Gerçekten ya Abay, bu kadar erken kalkmamız gerekiyor muydu cidden?" diye hayıflanmaya davam eden Ada idi. Cevap verip vermemek arasında gidiyordum. Çünkü sinirlenmiştim. Belki de hayatımızı kökünden değiştirecek bir yarışmayı bu kadar hafife almak normal miydi de bana garip geliyordu acaba? 

"Bilmiyorum farkında mısınız ama bugün yarışmanın ilk turunda dans edeceğiz, ben heyecandan uyuyamamışken sizin böyle söylenmeniz canımı sıkıyor." diye sistem etmek zorunda kaldım. Bu, en düşük bütçeli sitemimdi, böyle bir günde tartışma çıkartıp moral bozmak istemiyordum. Zaten bana hak vermiş olacaklar ki üstelemediler. Hep beraber asansöre bindik, restaurantın olduğu zemin katına indik. Kata iner inmez şık giyinimli, genç bir garson bizi karşıladı. Sanırım asansörün önünde bekleyip müşterileri yönlendirme görevi bu genç adama verilmişti. Bize gülümseyip nazik bir şekilde günaydın dileklerini diledi ardından da kahvaltı için inip inmediğimizi sordu. Kahvaltı için indiğimizi söylediğimizde bizi cam kenarında, bembeyaz örtülü oldukça şık bir masaya yönlendirdi. Masanın tam ortasındaki küçük orkideden yayılın koku, insanın iştahını açıyordu gerçekten. 

Masamıza oturduktan kısa  bir süre sonra yine şık giyinimli iki garson küçük küçük tabaklarda kahvaltılıkları getirerek masayı donatmaya başladı. Bu sırada ilk defa takım arkadaşlarımın heyecanlı olduklarını gördüm, akşam yapacağımız dans yüzünden. Edis, Ada ile Magic grubu hakkında konuşuyordu. Edis, Magic grubunun fazla abartıldığını savunurken Ada ise asla onları hafife almamamız gerektiğini söylüyordu. Tartışmaya ben de dahil oldum.

"Geçen senenin kazananları, bence onları hafife almak ahmaklık olur. En iyi performansımızı sergileyip onlara kimin daha iyi olduğunu göstermemiz gerekiyor." dedim, gayet sakin bir şekilde. Ekmek dilimine reçel sürmekle meşgul olan Dilara konuyu daha farklı bir yere götürdü.

"Acaba akşam çok kalabalık olur mu?"

Edis, "Geçen sene sadece ilk turu bir beş yüz bine yakın kişi izlemiş, düşünebiliyor musunuz, BEŞ YÜZ BİN kişi,"

"O kadar kişi nasıl sığmış bir alana?"

"Bilmiyorum valla,"

Aslında bir alanda canlı izleyen izleyici sayısı beş yüz bin civarı olması gerçekten müthiş bir şeydi. Beş yüz bin kişi önünde dans etmek ha! Büyüleyici. Bu, muhteşem olduğu kadar da biraz ürkütücüydü aslında. Daha önce sokakta 20-30 kişinin önünde dans etmek ile beş yüz bin kişi önünde dans etmek gerçekten çok farklı bir tecrübe olacaktı bizim için.

Kahvaltımızı yaptıktan sonra hazırlanmak için tekrar odalarımıza döndük.

...

Saat, 18.43 idi. Yaklaşık bir saat sonra dans yarışması başlayacaktı. Biz yine büyük bir heyecanla çoktan dans yarışmasının yapılacağı hipodroma doğru yola çıkmıştık. Zaten çok da uzak sayılmazdı gideceğimiz yer. Sabahki o ruhsuz tavrımızdan eser yoktu. Hepimizin yüzleri gülüyor, birbirimize şakalar yapıyorduk. Çok mutlu ve heyecanlıydık. Keşke şu an bulunduğu durumu tarif edebilsem ama gerçekten daha önce hiç yaşamadığım bir heyecan yaşıyordum. Birkaç saat sonra yüz binlerin önünde dans edecektik ve böyle büyük bir organizasyonda Türkiye'yi temsil edecektik, amatörde olsa edecektik. Dün sosyal medyada gezinirken bizim haberimizi gördüm. Hemen hemen herkes böyle bir yerde dans edeceğimizi biliyordu.

Taksi, oldukça büyük  ve güzel işçilikle yapılmış Parisse de Hipodrome'nin önünde durduk. Çok büyük beton sütunları vardı. Yüz binlerce kişiyi taşıyabilecek bir yapının böyle görkemli sütunları olması çok normaldi. İki büyük demir parmaklıklı kapının arasından girip hipodroma girdiğimde  hayranlıkla etrafı izlemeye devam ediyordum. Bu arada kolumdaki saati kontrol ettim, saat 19.24 idi. Hipodrom tam anlamıyla tıklım tıklımdı (henüz içeri girememiştik ama insanların uğultularını duymak böyle bir kanıya varmamıza neden oldu) 

Hipodromun ana girişinde iki genç kadın bizi karşıladı. Kırmızılı siyahlı bir giysileri vardı. İzleyici mi yarışmacı mı olduğumuzu sordu, yani sanırım. Çünkü Fransızca konuşmuştu. Edis, İngilizce bir dille yarışmacı olduğumuzu ve nereden giriş yapmamız gerektiğini sordu. Bunun üzerine kadın da İngilizce konuşmaya başladı ve hepimize 10012 yazılı bir kağıt verdi. Sanırım yarışmaya kodumuz 10012 idi. Üzerimizi değiştirebileceğimiz bir soyunma odasına yönlendirdi, genç kadın bizi. Futbol statlarındaki soyunma odalarını andıran beyaz fayanslarla döşeli, suntadan yapılmış oturma yerleri ve küçük dolapları olan bir banyo ile oda karışımı bir yerdi. Zannediyorum ki bu oda şahsımıza ait değildi, başka dans grubu ile beraber üzerimizi değiştirecektik. Bu arada kızlar için odanın en köşesinde ayrı bir bölüm vardı ve bölüm bir ahşap paravanla kapatılmıştı. Ada ben ve Dilara, o bölmeye doğru giderken Edis'i yalnız bıraktığımızı düşünerek Edis'e şakayla takılıyorduk. Fakat belki de tahmin edemeyeceğimiz bir şey yaşanınca hepimiz küçük çaplı bir şok geçirdik. Kapıdan içeriye Magic grubu girdi, yüzlerinde büyük bir mutluluk vardı fakat bu mutluluğun kaynağı bizi gördükleri için değildi. 

Türkiye'de yaptığımız sohbetin bir benzerini de burada yaptık. Bir yandan sohbet ediyor bir yandan da kendimize ait alanda üzerlerimizi değiştiriyorduk. 

"Sizi Türkiye'de de görmüştük, değil mi?" dedi beyaz tenli, oldukça temiz bir yüze sahip kız. Güzel bir aksanı vardı.

"Evet, orada da karşılaşmıştık sizinle. Şans işte," dedim. Kısık bir sesle,

"Evet, ihtiyacınız olacak şey. Şans." diye söylendiğini duydum. Allah'ım şu kızı şuracıkta boğmamak için bana bir sebep söyle!? Ada'ya dönüp Türkçe konuşarak,

"Şu beyaz tavuğu yolacağım, az kaldı. İstanbul'da da böyle salak salak iğneleyici kelimeler kullanmıştı." dedim. Üzerini giyinmekte olan Ada, sakin kalmamı söyledi. 

Ve hepimizi şov kıyafetlerimizi giydikten sonra genişçe bir kapıdan yarışmacılar için ayrılan alana gittik. Kapıdan çıktığımız anda hipodromdan yükselen ses bütün tüylerimin diken diken olmasına neden oldu. O kadar etiklenmiştim ki alkış seslerine, tezahüratlara, tam anlamıyla mest olmuştu fakat sizin de bildiğiniz gibi bu sevinç gösterisi bize değil, yanımızda seyircilerin sevgi gösterisine öpücükler atarak karşılık veren Magic grubunaydı. 

YILDIZLARHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin