B A H A R
6 Haziran 2005
Pazartesi
Varnata, AvaryaHenüz yükselmiş güneşin önüne geçen gri bulutlar günün soğuk olacağını müjdeliyor, okula varan kestirme yolda, kaldırım taşlarının üzerinde hoplayarak yürüyen Bahar Larende'nin ayak sesleri yankılanıyordu. Kümebulut kadar gri bir sokak kedisi korkup çöp tenekesinin içinden fırlarken gür örgüsü atların kuyrukları gibi sallanan ve omuzlarının arasına vuran kız, gün boyunca yapılacak iki yazılıyı düşünüyordu.
Tarih öğretmenlerinin neden bugünü seçtiğine akıl sır erdiremiyordu. Coğrafyacı dönemin başından beri son yazılının karnelerin dağıtılmasından önceki hafta olacağını söylemişti, o belliydi, ancak diğer ders sürpriz olmuştu.
Okulun zili uzaktan uzağa duyulurken Bahar okul bahçesinin kapısına yetişti. Genelde araçla geldiğinden dolayı mesafeyi tahmin edememiş, evden geç çıkmıştı. Artık iyiden iyiye koşuyordu, öğretmenleri gelmeden sınıfa girmek istiyordu; ders başladıktan sonra kapıyı açmak ve sırasına çoktan yerleşmiş olan sınıf arkadaşlarının aynı anda ona bakması kadar kötü hissettiren başka bir şey yoktu.
Bahçeyi sorunsuzca geçti, ne var ki binanın içindeki mermer merdivenlerde kaygan ayakkabılarla koşmaya devam etmek akıllıca bir tercih olmamıştı. Üst kata çıkarken ayağı basamaktan ayrıldı, elleri dengeyi sağlayamadı ve Bahar yere düşüp burun üstü basamağın köşesine çarptı. Sıcak, yoğun bir ıslaklık hissinin burun deliklerini doldurduğunu hissederken yuvarlanıp alt basamakta durdu ve doğruldu. Bir temizlik görevlisi onu gördüğünde hâlâ şok içerisindeydi ve merdivende oturuyordu.
Çarptığı köşe kan içerisindeydi. Ağzı da, gömleğinin yakası ve eteği de... Görevli kadın küçük bir çığlık atıp Bahar'a iyi olup olmadığını sorarken diğer yandan da mendil bastırarak kanı durdurmaya çalışıyordu. Öğrenci kolunu kaldırdı ama kadının hiçbir sorusuna cevap veremedi. Ağzını açıyor, konuşamıyordu.
Dakikalar içerisinde kalabalık merdiveni dolduruverdi. Meraklı öğrenciler arasından geçen takım elbiseli yaşlıca adam, coğrafya öğretmeni Selahaddin Bey, "Kızım, ne oldu?" dedikten sonra kırmızılığı fark etti. "Aaa! İyi misin? Babanı çağıralım mı?"
Bahar irisin çevrelediği göz bebeklerini güçlükle kaldırdı. Bilincinin sabah sisi kadar bulanık olduğunu hissediyordu. Dudaklarını araladı ve çölde, susuzluktan ölmek üzere olan bir bedevinin son yalvarışı gibi "Sınav..." diyebildi.
"Canım, sen ne halde olduğunu görüyor musun? Önce sağlığın! Sınava giremezsin bu şekilde, rapor al gel, kurtarma sınavı yaparız sonra. Oğlum, kantinden su al gel. Kızım sen de Ömer hocayı çağır." Bekleşen öğrencilerden birine bozuk para verdi, Ömer de müdür yardımcısının adıydı.
Merdivenin aşağısından tiz bir ses "Bahar!" diye seslendi. Gözleri kızarmış, yüzü şişmiş bir halde yukarı çıkan Devrim kendisine yol açarak yukarı çıktı. Diz çöküp "Bahar..." dedi bir kez daha, yumuşak bir şekilde.
"Şuuru yerinde değil, çok fena düştü." dedi öğrencilerden biri.
"Baksanıza, her yer kan!"
"Hocam, ölecek mi?" dedi tez canlı bir öğrenci.
Müdür yardımcısı bu sırada çoktan birinci ve ikinci katları birbirine bağlayan merdivene ulaşmıştı. "Saçma sapan konuşma!" diye azarladıktan sonra cep telefonunu çıkarıp acil servisi ve Alihan Larende'yi aradı. Bu sırada öğrencilerden bazıları bahçeye bakıp ambulansın gelişini gözlemek için üst kata çıkmış, böylece kalabalık azalmıştı. Devrim Bahar'ın bir koluna, Selahaddin de diğer koluna girdi. Yaralı kız yürüyebiliyordu, ne var ki hiç konuşmuyor ve yüzündeki boş ifade silinmiyordu. Dakikalar içerisinde kız uzaklaştırılmış, ilgi sona ermiş, öğrenciler de sınıflarına dağılmıştı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Avarya Oyunları
Fiction généraleFransız İhtilali'nden sonra monarşinin temelleri çatırdadı. Halk ipleri eline aldı, demokrasi dünya genelinde yaygınlaştı. Artık cinsiyet ya da statü fark etmeksizin her reşit birey ülkesinin yönetiminde söz sahibi olacaktı. Öyle söyledi aydınlar. İ...