Çırpınır güvercin can kafesimde
Yokluğun doldurulamaz kimseyle
Peki kalp ille de seni isterse
Öldüğünü nasıl anlatırım söyleArkadaşım Sude Karamehmetoğolu’na ithaf edilmiştir.
~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~
Bazen gitme diyemezdik. Hatta söylesek belki kalırdı. Bu ihtimale karşın yine de gitme demezdik. Çünkü insanoğlunda yenilip yutulmayan gurur melesi vardı. Aşılamayan bir gurur meselesi... Birçok şeyi gittikten sonra özlerdik. Anıları düşünürdük. Zira elimizde sadece anılar kalırdı. Unutmadığın sürece kaybolmayan tek şey...
Bir süre sonra onlar da bırakırdı bizi. Önce sesler silinirdi hafızadan. Sesi unuturdunuz önce. Daha sonra çehresini. Fiziksel olarak unuttuktan sonra sıra anılara gelirdi. İlk ne zaman tanıştığınızı unuturdunuz. Sırayla tüm anılar silikleşir. Taki adını duyana kadar. İşte o zaman bir buruk gülümseme, akılda kalan birkaç söz... Fazlası yoktu.
İnsanlar hatırlamalıydı arada bir sevdiklerini. O zaman unutmazlar hiçbir şeyi. Hayat geri gelemeyecek kadar acıydı. Belki de biz, kendimiz acımasızlaştırdık. Belli mi olur?
Bazen de kalma ihtimali olmayan şeylere gitme derdik. Bu dengesizlik nereden geliyordu? İnsanın doğasında olan bu olağanüstülüğün kaynağı neresiydi? Peki yüreğimizin susmayan vaveylaları ne zaman susacaktı. Abu hayat tükeniyordu. Bizler ölümsüz değildik! Bizler ölümlüydük. Aynı yanlışı tekrar tekrar yapacak kadar ölümlü...“Ve geriye sadece silik birkaç anı kaldığında anlıyorduk. Artık kaybediyorduk. Bizler bu dünyaya geri gelemeyecek ölümlülerdik.“
~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~
Sude Gülen, bu gün Kül’ün Buz’u unuttuğu o binaya gideceklerdi. Tabii ki Kül olmadan. Onlar nerede olduğunu bilmedikleri için önce Buz ve arkadaşları gidecek, sonra da kızlara adres atacaklardı. Kül bugün üniversite arkadaşlarıyla buluşmaya gitmişti, o eve dönmeden geri gelmeleri gerekiyordu.
Böyle gizli işler yapmak her ne kadar Sude’yi gerse de susuyordu. Ona kalsa çoktan Kül’e her şeyi anlatmıştı. Lakin Buz, Kül’e zarar gelsin istemiyordu. Anlatılanlarla birden travma yaşayabilirdi. Bu Buz’un isteyeceği son şey dahi olamazdı. Sude sarı saçlarını yukarıdan toplayıp topuz yaptı. Bu sıcak günde uzun, dümdüz olan saçlarını salmak niyetinde değildi. Hazır olduğunda evin avlusuna çıkıp kuzenlerini bekledi. Birkaç dakika sonra aynı kendisi gibi sarı saçları olan kuzenini -Beyza’yı- gördü. Sude mavi gözlüydü lakin Beyza’nınkiler açık kahverengiydi.
Gelmesi gereken tek kişi Masal’dı. O da birazdan gelirdi herhalde. Sude ezberlemiş olduğu avluyu bir kez daha gözden geçirdi. Duvarda birkaç savaş tablosu bir iki tane de manzara resmi vardı. Duvarlar fil dişi rengindeydi. Koltuklar ise beyazdı. Yerde siyah bir halı vardı. Üç küçük merdivenden sonra avluya ulaşıyordunuz.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Ateş Ve Suyun Dansı
FantasyYıllar yıllar öncesinden, geleceğe konu olan bir kehanet... Vakti zamanında birbirinden ayrılmaya mahkum olan iki ruh... Yazıları değişen, gizemli bir kitap... Ve iki yeni ruh... Ateş ve Su ruhunun son temsilcisi olan iki yeni ruh semadan yeryüzüne...