Gün yüzüne çıkarken gerçekler
Korkar gerçekleri gizleyenler
Yanlış üstüne yanlış yapan insan
Elbet bedelini ödeyecek buna inan
Canı gerçeklerle acıyan herkese ithaf edilmiştir.~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~
“Yüreğimde amansız bir acı. Aman Yarabbi bu da ne? Canımı acıtan şey ne?” Derdiniz bazen. Hatta cevabını bile bile derdiniz. Derdiniz değil mi? Ben çok söylendim küçük meleğim ana fısıltımı dahi duyan olmadı.
Bazen yakarışlar yersiz, kimse duymaz sizi. Duysunlar, ne derdin var diye sorsunlar istersin ama kimse duymaz. Duymazlar değil mi? Yoksa duyarlar da duymamazlıktan mı gelirler? Utanır, seslice de söyleyemezsin sadece fısıldarsın. Belki dersin, belki duyarlar.
Sonra dizlerinin üzerine yıkılırsın. Sen kendi derdinle baş başa kalırsın. Ne istiyorsun benden? Diye sorar, yakasına yapışırsın dertlerinin. Ama yanındaki o güvendiğin insanlar bile halini hatırını sormazken derdin niye cevap versin sana?
Ufukta afitap, aydınlatıyor her yanı. Ama bir seni ve senin gibileri aydınlatamıyor. Ruhun kalmış karanlıkta üşüyor, titriyor. Yalvarıyor sana.
Isıt orayı, bedenin buz gibi olsa da ruhunu güneşe döndür. Gözlerin baksın yemyeşil ağaca, masmavi gökyüzüne. Ah be canımın içi, ağlayınca geçmiyor ki. Evet, insan biraz rahatlıyor, akan her gözyaşı sanki kalbinden birkaç parça acıyı da alıp yanaklarından yuvarlıyor. Ama sadece ağlayarak geçmez ki acılar, tükenmez ki dertler.
Yeri gelir o yaşları silmen gerekir. Şimdi sil gözyaşını kalk ayağa. Yüzünü güneşe dön, kapat gözlerini, aç kollarını iki yana. Sadece hisset, sakın korkma ısınmaktan. Çünkü ruhunun buna ihtiyacı var...
Damarlarında dolaşan kanı, rüzgarın dansını, yaprakların sallanışını ve daha birçok şeyi hisset. Kalbinden acıyı söküp at. Biliyorum kolay değil lakin yapman gerekiyor.
Bazen ne kadar değer versek de değer göremeyiz değil mi? Sevsek de sevilmeyiz hani.
“Ve değer verip göremeyenler. Değerlerin en değerlisini hak edenlerdir.”~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~
El ele nehre kadar yürüdü iki genç. Umut, heyecan, merak ve bir duygu daha vardı ortada. O duygu ise korkuydu. Buz korkmuyordu ama Kül korkuyordu. O kişinin Deniz olmasından korkuyordu. Onunla tekrar aralarının açılmasını istemiyordu.
Evet, artık onu seven ve kendisinin de sevdiği bir adam vardı. Ama Deniz onun için değerliydi. O, Kül’ün çocukluğu, ilk yanılgısı, ilk hatasıydı. Ve evet, acı veren bir hataydı ama Kül’e göre hayatındaki her şey değerliydi.
Ona göre bir şey yaşanmışsa bir sebep mutlaka vardı. Belki Deniz’le olanları yaşamasa Deniz’den sonra sevgilisi olacaktı. Belki de Buz’la tanıştığında sevgilisi olacak ve bir kalbini kıracaktı. Ama Kül’ün, Deniz’le olanlardan sonra hiç sevgilisi olmamıştı. Nitekim Deniz, bu ikilinin arasındaki bağın oluşmasını kolaylaştırmıştı.
Ve yine evet ki, Deniz bu hikayede acı çeken taraftı. Kül ve Buz şuan mutlu olabilirdi ama Deniz’in kalbi hep buruk kalacaktı. Buna mani olamıyordu, acı çekiyordu...
Aşk bir tarafa mutluluğu aşılarken diğer taraftan da acıyı iliklerine kadar hissettiriyordu. Mutluluğun sulayıp bereketlendirdiği yürekler kadar; acının kuraklaştırdığı, üzerinde çatlaklar oluşturduğu bir kalp vardı.
Ama yakında Deniz’in acıları da bitecekti. Her şeyin bir zamanı vardı. Ve an yaklaşıyordu. Herkesin beklemediği bir son onları bekliyordu. Zaman her şeyi bilirdi, insanların aksine.
Hayat sürprizlere, acıya, belaya, kedere, mutluluğa ve daha birçok duyguya gebeydi. Bir taraftan alırken diğer taraftan verirdi. Kanun böyle ve dünyanın çarkları böyle işlerdi. Sen hiçbir şey yapamazsın... Durum bu dostum.
Kaderin ördüğü ağdan kaçamazdın. Aynı örümceğin ağına yapışan böcekler gibi. Olanlar için oturup sızlanma yerine harekete geçmelisin. Zaman durdurulmamak üzere ilerliyor. Birazdan Buz’un yapacağının aksine bizim gezegenimizde zaman durmaz, durduramazsın.
Birazdan Kül’ün yapacağının aksine geçmişe gidemezsin mesela. Onun için şimdi kalk birkaç adım ötesini düşünerek hareket et. Evet belki bu hikayede olanlar gerçekleşebilecek şeyler değil ama duygular gerçek. Buradaki her bir duygu gerçek.
Erva’nın ölmesi, Doğu’nun acı çekmesi, Kül bazı şeyleri unuttuğunda Buz’un üzülmesi, Deniz’in küçücük bir telefon konuşması ve sonrasında yaptıkları sonucu Kül’ü kaybettiğindeki hayal kırıklığı... Bunlar gerçek şeyler.
Unutma ki her kabusun içinde rüya, her masalın içinde gerçek, her acının sonunda mutluluk vardır, sonu ölümle de olsa.
Nehrin yanına gelince iki genç ellerini ayırdı. Bir süre nehre baktılar. “Nasıl yani, şimdi bu nehre gireceğiz ve zaman duracak, öyle mi?” Bu düşünce Kül’ü gülümsetti.
Halbuki o da bir ateşle geçmişe gitmelerini sağlayacaktı. Birbirlerinin gözlerine baktılar. Buz da Kül de heyecanlıydı. Birazdan geçmişin kapıları az da olsa aralanacaktı.
Öte yandan ağaç da olanları merak ediyordu. Bu iki genç birbirine kavuşunca onun dünyadaki işi bitecekti. Artık 1021 yıldır aynı yerde olmaktan sıkılmıştı. O da gökyüzündeki yerine kavuşmak istiyordu. Bu kutsal görevi layığıyla yerine getirmeye çalışmıştı ve en nihayetinde yorulmuştu.
Yaşlanmış, yıpranmıştı. Kökleri bile kendisini zor tutuyordu ama onun yaprakları hala yemyeşildi.
“Güçlerimden olsa gerek” diye düşündü ağaç.
Buz bakışmayı kesip gözlerini kapattı. Şimdi odaklanması gerekiyordu. Bugün olanları ve olacakları düşündü. Kül’e olan aşkını ve sonunda kavuşuyor olduğu düşüncesini aklına getirdi. Bu düşüncelerle vücudunu heyecan bastı.
Vücut sıcaklığı düşüyor elleri buz gibi oluyordu. Yeterince odaklandığını düşündüğünde gözlerini açtı. Gri gözleri şimdi maviydi. Kül’e gülümsedi sonra iki elini kaldırıp yanlara doğru genişleterek kocaman, kendi boylarında bir su küresi oluşturmaya başladı.
Ellerini yukarı, aşağı ve yanlara hareket ettirerek suya yuvarlak bir şekil verdi. Kürenin ebatı tam da istediği gibi olunca Buz ellerini eski yerine getirip birleştirmeden durdu. Ellerinin arasında bir insanın rahatlıkla geçebileceği bir boşluk vardı. Ellerini birleştirmediği için kürenin bir kısmı açık kalmıştı. Ve Kül’e döndü.
“Kül hadi aralıktan geç!“
Kül büyülenmiş gözlerini küreden çekip başını iki yana salladı. Sonrasındaysa koşarak Buz’un yanına geldi ve kolunun altından geçip devasa su küresine girdi. “İçerisi amma da genişmiş!” diye düşünmeden edemedi.
Kül’ün girmesiyle Buz da içeri girdi ve ardından arasında boşluk bulunan ellerini birleştirdi. Küre hazırdı, hiçbir yerinde boşluk kalmamıştı. Ve kürenin içinde yeterince oksijen de vardı.
Buz, küreyi nehrin hemen yanında yapmıştı. Şimdi ise aynı bir hamster gibi küreyi döndürüp suya düşmelilerdi. El ele tutuşup senkronize adımlarla kürenin içinde yürümeye başladılar. Böylece küre hareket etmiş ve nehre yuvarlanmıştı.
Gizemli genç şaşkınca bakakaldı. Ne olmuştu o ikisine? Delirecekti, o kürede neydi ve neden nehre atladılar? Acaba şuan iyiler miydi?
Peki Buz zamanı nasıl durduracaktı? Tamam, şuan ikisi de suyun altında hava alabiliyordu. Ama bu bir işe yaramıyordu. Ya suyun altında bu küreyle hiçbir şey yapamadan kalırlarsa. Ya Kül’e bir zarar gelirse?
Korku ve endişe yer yanını sarmıştı. Öyle yoğundu ki hisleri, gözlerinin rengi değişti. Vücudu buz kesti, endişeli mavi gözleriyle kızın yeşillerine baktı. Aklından bin bir senaryo geçiyor iyiden iyiye endişeleniyordu. Buradan bir şeyleri öğrenmeden gitmek de istemiyordu.
Arafta kalmıştı. Bu yaptıkları doğru muydu? Ya geçmişte öğrendikleri şey onları bir felakete sürüklerse? Böyle daha kötü olursa artık Buz ne yapacağını şaşırırdı. Zira bu yol da işe yaramazsa, olanları Kül’e nasıl hatırlatacağını bilmiyordu.
Yüreği daralıyordu genç adamın. Artık yorulmuştu, hem ruhu hem de bedeni. Ailelerinin düşmanlığın bedeli onların aşkına yansımıştı. Ve bu hiç adil değildi.
Kız, kendisine acıyla kıvranan gözlerle bakan adama odaklandı. Neyi vardı, ne oluyordu da bu kadar perişandı. Fark etti ki bir şeyler yolunda gitmiyordu. Ama ne?
“Ne oldu Buz, bir sorun mu var?”
“Zamanı durdurmak istiyorum ama nasıl yapacağımı bilmiyorum Kül. Ya beceremezsem, burada kalır-“
Kız adamın sözünü bitirmesini beklemeden Buz’un kafasını yan tarafa çevirdi. Buz gördüğü görüntüyle şaşkınca bakakaldı. Balıklar hareket etmiyordu! Sonra garip bir his bürüdü içini. Şey gibi, şey... O da ne olduğunu bilmiyordu. Vücuduna bir şeyler oluyordu!
Kül’ün halini gördüğünde dehşete düştü. Sevdiği kadına ne olmuştu? Kül kürenin ortasında gözleri kapalı yatıyordu ve en garibi ise kendisi de Kül’ün yanında baygındı! Bu nasıl olabilirdi? Kendisini nasıl baygın görebilirdi?
İçi korkuyla doldu sonra bir el omzuna dokundu. Arkasını döndüğünde Kül’ün renksiz bedeniyle karşılaştı. Ne yani şimdi bunlar onların ruhları mıydı? Ruhları bedenlerinden mi ayrılmıştı? Genç kadın gülümseyerek kendisine bakıyordu. O nasıl bu kadar rahattı?
Aklında delice sorularla dudaklarını bir aralayıp bir kapatıyordu. Bunlar zamanı durduğu için olmalıydı. Sonra ruhuna baktı. Sağ elini sol koluna doğru uzattı ama eli kolunun içinden geçti. Ürktü, çocukken filmlerde hep izlerdi ama inanmazdı. Nereden bilsin ileride başına geleceğini?
İyi ama zaman nasıl birdenbire dondu. Buz zamanı durdurmak istediğini söyleyene kadar hiçbir şey olmamıştı. Bu düşünceyle gülümsedi. Nasıl yaptığını anlamıştı.
“Ya çok mükemmel! Buz bunu nasıl yaptın?”
“Sanırım zamanı durdurmak istediğimi sesli bir şekilde söylemem yeterli.”
Kül kaşlarını kaldırıp daha büyük bir sırıtışla Buz’a baktı. Demek bu zaman olayı ilgisini çekmişti. Ama şimdi sıra kendisindeydi. Kız adamın elinden tutup küreye doğru ilerledi.
Hayalet gibi bir şey oldukları için kürenin içinden geçtiler ve aynı zamanda denizden de çıktılar. Şimdi el ele yürüyorlardı. Ormanın içine gelince durdular. Odun çalı çırpı toplayıp ateşi yakmaları gerekiyordu. Ama ondan önce Kül kendi ateş küresini yapmalıydı.
“Sen odun falan topla ben de küreyi yapayım.”
Genç adam başını sallayarak onayladı ve ağaçlara doğru ilerledi. Kız çok heyecanlıydı. Bu heyecana odaklanmayı düşündü. Aklına bir ruh olduğu, birazdan geçmişe gideceği geldi. Bu onu daha da heyecanlandırdı.
Ama kendisinde hiçbir değişiklik olmuyordu! Ne ısısı yükseliyor ne de saçları parlıyordu? Yolunda gitmeyen bir şeyler vardı! Ne olduğunu bilmediği şeyler.
Sinirlenmişti, neden olmuyor ki? Buz’un sesiyle düşüncelerinden sıyrılıp adama odaklandı.
“Kül hiçbir şeyi elime alamıyorum. Sanırım bedenlerimizi bıraktığımız için. Senin ateşi zamanı durdurmadan önce yakmalıydık.”
Şimdi sebebini anlamıştı işte. Demek bedeni olmadığı için güçlerini kullanamıyordu. Aceleyle Buz’un yanına geldi.
“Hadi küreye geri dönüyoruz. Hızlı ol!”
Hızlı adımlarla denize girip küredeki bedenlerine girdiler. Yavaş yavaş açılan gözlerle birbirlerine baktılar. Ve o sırada su küresi patladı, gençler suya düştü.
Buz ayıldığında güçleri aktif olmadığı için küre de patlamıştı. Birden suya dalınca ikisi de şok olmuştu. Ama durumu kavrayıp yüzerek dışarı çıktılar.
Zaman eski akışına dönünce gizemli genç de kendine geldi. Nehirden çıkan ikiliyi görünce şaşırdı. Küre yoktu, ne olmuştu? Onlar içeride ne yapmıştı? Gizemli genç cevapları bulamadıkça daha da sinirleniyordu.
Biraz bekleyip kurulandıktan sonra etraftan dal parçası topladılar. Kül gittikçe heyecanlanıyordu. İlk defa güçlerini kullanıp geçmişe gidecekti. İçi içine sığmıyordu. Vücut sıcaklığı arttı, saçları parladı. Artık güçlerini kullanmaya hazırdı.
Dal parçalarının üzerine elinden çıkardığı küçük bir ateşi fırlattı. Dallar önce küçük bir kıvılcımla tutuştu sonra büyüdü, büyüdü ateş oldu.
Ateş hazırdı şimdi sıra küreyi oluşturmaya geldi. Aynı Buz’un yaptığı gibi elleriyle ateşe şekil vererek küreyi oluşturdu. Oluşturduğu küreyi ateşin içine yuvarladı.
Böylece zamanı tekrar durdurunca ruhlarıyla ateşin içine girebildiklerinde zamanda yolculuk yapabileceklerdi. Ama bunun için Kül’ün güçlerini kaybetmemesi gerekiyordu. Güçleri aktifken zamanı durdurmalılardı.
Kül gittikçe daha da heyecanlanıyordu. Bu heyecan güçlerini kaybetmemesini sağlıyordu. Buz’la beraber tekrar nehrin oraya geldiler. Buz demin yaptığı gibi su küresini tekrar oluşturdu ve Kül’le beraber zamanı tekrar durdurdular. Ruhlarıyla beraber demin yaktıkları ateşe doğru ilerlediler.
Kül’ün renksiz ruhunda kızıl saçları ve kırmızı gözleri dikkat çekiyordu. Biri oradan geçse kesinlikle korkudan kımıldayamazdı. Düşünün yürüyorsunuz ve önünüzde sadece parlayan kızıl saçlar ve bir çift göz var. Ne kol ne bacak hiçbir şey yok.
Ateşin yanına gelince Buz, Kül’e baktı. Beraber ateşin içindeki küreye girdiler. Kül’ün güçleri hala aktif olduğu için küre yok olmamıştı. Buz vakit kaybetmeden konuştu.
“Sen de benim gibi geçmişe gitmek istediğini söyle belki olur.”
Kül seslice gitmek istediği zamanı söyledi.
“Buz’la tanıştığımız zamana, 2 ay öncesine, geçmişe gitmek istiyorum.”
Sözlerini bitirdiği anda ateşin içinde bir portal belirdi. Ateş birden çok geniş bir oda gibi oluverdi. İki ruh küreden çıkıp portala doğru ilerledi. Portala gelince önce kollarını geçitten uzattılar. Kolları başka bir boyuta geçince bu sefer tüm bedenlerini boyuttan içeri attılar.
Aynı ağacın altındaydılar ve dans ediyorlardı. Sanki tarih tekerrür ediyordu. Kül gözlerini kocaman açıp karşısındaki dans eden kendilerini izledi. Onun şaşkınlığı güçlerini korumasını sağlıyordu. Böylece kendi zamanlarına geri dönebilirlerdi.
Bir çalının arkasına saklanıp olanları izlemeye başladılar. Sonra Kül’ün aklına rüyası geldi. Rüyasında bir adam onları izliyordu. Etrafa bakınmaya başladı. Gözleri her ağacın ardında gezindi. Taki siyahlar içindeki adamı bulana kadar.
Karanlığın bekçisi gibiydi aynı. Adamı yandan görebiliyordu, çok tanıdıktı. Ama başındaki şapka onun kim olduğunu saklıyordu. Açıkta kalan gözleri nefretle bakıyordu dans eden çifte. Kül’ün içi ürperdi. Kendilerine nefret ve tiksintiyle bakan bu adam da kimdi? Buz’u eliyle dürtüp adamı işaret etti.
“Bak, rüyamdaki adam. Ben bakmaya gidiyorum nasıl olsa bizi göremez.”
Tam eğildiği yerden doğrulmuşken Buz’un bileğinden çekmesiyle birden yerine oturdu. Yine ne vardı? Gözleriyle “ne var” dercesine baktı. Buz elini ağzına bastırarak gülmesini engelledi. Gülmesi bitince boğazını temizleyip kısık bir sesle konuşmaya başladı.
“Düşünsene önünde sadece kırmızı bir çift göz ve kızıl parlayan saç var. Ayrıca hareket ediyorlar. Ne düşünürsün?”
Kül gülmeye başladı. Buz’un kendisinden bahsettiğini anlamıştı. Başını onaylar şekilde salladı.
“Tamam, ben gelmeyeceğim. Ama sen gidip bakabilirsin sonra da gelir bana o adamın kim olduğunu söylersin.”
“Tamam ben bakıp geliyorum. Sen burada bekle.”
Sözlerini bitirdiği gibi çalının arkasından çıkıp adama ilerledi. Ağacın yanına gelince donakaldı. Bu nasıl olabilirdi? Aklına hiç gelmediği biri tarafından vurulmuştu. Ama bunu niye yapmıştı, eline ne geçmişti sanki?
Yüzündeki şaşkın ve yıkılmış bir ifadeyle kızıl saçlı sevgilisinin yanına ilerledi. Çalının oraya gelince kendini yere bırakıp hiç konuşmadı. Olanlara bir mana yükleyemiyordu. Düşüncelerinin girdabında boğuluyordu.
Artık her şey dayanılmaz bir hal almaya başlamıştı, en azından Buz için. Kadının kendisini sarsmasıyla kendine geldi. Kafasını iki yana sallayıp düşüncelerinden sıyrıldı. Kadının meraklı kırmızı gözleriyle karşılaştı.
“Ee kimmiş, söylesene Buz?”
Buz, kızın gözlerine son bir kez bakıp dudaklarını araladı.
“Baran. Bizi izleyen kişi Baranmış.”
Kızın başından aşağı kaynar sular döküldü. Bunu nasıl düşünememişti. Deniz’den hatta Cemre’den bile şüphelenmişti ama Baran aklının ucundan dahi geçmemişti. Nasıl unuturdu kendisine olan saplantılı hallerini? Ona evlenme teklifi bile etmişti.
Kendinden utandı, Deniz her şey için ondan özür dileyip aralarının iyi olması için uğraşırken kendisi ne yapmıştı? Ondan şüphelenmişti. Burnunun ucundaki kişiyi nasıl görmezdi? Kendisine kızdı, öfkelendi ama hiçbir faydası olmadı.
Evet, onlar geçmişe gitmişti ama geçmişi değiştiremezlerdi. Herhangi bir müdahale hakları yoktu. Kız ne diyeceğini bilmiyordu. Ne denirdi ki? Sadece sustu her ne kadar beyninin içindeki düşünceler susmasa bile.
Bir enkaz ki; sessiz, yıkılmış, her şey bitmiş. Ama enkazda mahsur kalanların kısık sesli çığlıkları var. Çığlık nasıl mı sessiz olur? Bazen insan kimsenin duyamadığı çığlıklar atar. Öyle çığlıklardır ki senin beynin patlayacak raddeye gelir ama kimse duymaz, duyamaz. Sadece sen duyarsın, her şey içinde yani kalbinde saklıdır. Bazen de düşüncelerinde.
Kül’ün çığlıkları düşüncelerindeydi, kimsenin duyamadığı o tiz çığlıklar... Yıkılmışlığın, çaresizliğin, sönen umutların, kayan yıldızların, yaşamak için ölenlerin çığlıkları oluverir bazen düşünceler. Bir düşünce bazen çağ açar bazen çağ kapatırdı...
Kanlı ay tutulması olmuş bitmişti o gün yaşanan her şeyi izlemişlerdi. Her ne kadar Kül hatırlamasa da. Kendi gözleriyle o gün olanları izledi. Danslarını, kanlı ay tutulmasını, birbirlerine veda ederek ayrılışlarını. Ama şimdi sıra Baran’ı takip etmeye gelmişti. Bakalım gerçekten olanları ailelerine Baran mı anlatmıştı?
O gün iki gencin oradan ayrılmasıyla Baran sırayla iki krallığa da gitmişti. Durumu her iki krallığın ailelerine de anlatmış, kehanetin gerçekleştiğini haber vermişti. Kül olanları izledikçe sinirleniyordu. İçindeki öfke kabarıyordu. Her şey Baran yüzünden olmuştu.
Öğrenmeleri gereken her şeyi öğrenmişlerdi. İşleri bitince geldikleri geçide gittiler. Beraber portalın içinden geçip ateş küresine girdiler. Artık kendi zamanlarına dönme vaktiydi. Kızın saçları ve gözleri hala kıpkırmızıydı.
İki genç zamanı durdurmadan önce yaktıkları ateşin içinden çıktılar. Sıra zamanı kendi akışına çevirmeye gelmişti. Zaman akmaya devam etmeliydi sonuçta. Kül sinirli sinirli nehre doğru ilerlerken Buz onu durdurdu.
“Kül şuraya bak!”
Kül, Buz’un gösterdiği yere bakınca daha da sinirlendi. Baran onları burada bile takip ediyordu. Ama zaman şuan durmuş vaziyette olduğu için Baran da donmuştu.
“Ondan nefret ediyorum!”
“Bak Kül, sinirini anlıyorum ama sakin ol. Birazdan zaman eski haline döndüğünde sanki onu görmemiş gibi davranmalıyız. Tamam mı bir tanem?”
“Tamam, hadi gidelim.”
Beraber nehirdeki su küresine girdiler. Baygın yatan bedenlerine baktılar. Kül’ün saçları hala parlıyordu. Kız adamın yanında minicik kalmıştı. Başı anca adamın göğsüne geliyordu. O kadar tatlı görünüyorlardı ki... Tüm siniri geçmişti. Şuan sadece huzurluydu kız.
Buz; bedenlerini inceleyen, sevdiği kadının ruhuna baktı. Ne kadar da renksizlerdi. Ama onun parlayan kızıl saçları adeta ben buradayım diyor, kendini belli ediyordu. Dayanamayıp ruhunu, kadının ruhuna yaklaştırdı. Buz kolunu Kül’ün omzuna atıp onu kendisine çekti.
“Ne oldu, niye öyle bakıyorsun?”
Adamın konuşmasıyla kız başını kaldırıp adama baktı. Başını kaldırmadan adamla göz temasında bulunamıyordu. Ne yapsın el mahkum o da başını kaldırarak bakıyordu.
“Ne bileyim, bizi öyle baygınken görmek biraz garip.”
Adam gülümsedi. Bu çok normaldi. Sonuçta her gün ruhları bedenlerinden ayrılmıyordu.
“Hadi o zaman.”
Deyip kızın elinden tuttuğu gibi bedenlerine doğru ilerlediler. Artık ruhları bedenlerindeydi, olması gerektiği yerde...
Uyandıkları anda küre patladı. Kül’ün de siniri ve heyecanı geçtiği için güçleri aktif değildi. Yani su ona zarar vermedi. Nehirden çıkıp yürümeye başladılar. Kül olabildiğince Baran’dan olan tarafa bakmamaya çalışıyordu.
Büyük ihtimalle buraya neden geldiklerini biliyordu. Bu zamana kadar kesinlikle onları izlemişti. Anlayamadığı şeyse Buz’la tekrar konuşmaya başladığında neden ailesine bir şey söylemedi? Yoksa ailesi Buz’u hatırladığını biliyordu da ona mı belli etmiyordu?
Yanındaki mavi saçlı adamla beraber dalgın dalgın yürüyordu. Olacaklardan habersiz, zihnindeki cevapsız sorularla sadece yürüyordu.
Baran’sa onları izliyordu. Her şeyi planlanmıştı, artık bu mesele de tekti. Çünkü ne Kül’ün ne de Buz’un ailesi onları ayıramamıştı. Bundan sonra kendi yöntemlerini kullanacaktı.
Buz ve Kül uzaklaşınca kısa bir telefon görüşmesi yaptı.
“Bu gece, tamam mı? Ne yapacağınızı biliyorsunuz, planda değişiklik yok sıra harekete geçmekte.”
Karşısındakinin cevabını beklemeden telefonu kapattı. Telefonu usulca pantolonunun cebine koyup o da ormandan ayrıldı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Ateş Ve Suyun Dansı
FantasyYıllar yıllar öncesinden, geleceğe konu olan bir kehanet... Vakti zamanında birbirinden ayrılmaya mahkum olan iki ruh... Yazıları değişen, gizemli bir kitap... Ve iki yeni ruh... Ateş ve Su ruhunun son temsilcisi olan iki yeni ruh semadan yeryüzüne...