Aklıma Tilkiyle ormandaki konuşmamız, beni düşerken tutması geliyordu. Tuttuğunda hissettiğim duygunun me olduğunu anlamadım. Ama gözlerine baktığımda içim bir tuhaf olmuştu. Kampta şarkı söylerkenki bakışları aklımdan çıkmıyordu. Yumuşak sesi kulaklarımdaydı.
Eğer vücudumda dolaşan bu lanet elektrik olmasaydı, dudaklarının da ne kadar yumuşak olduğunu öğrenmek isterdim. Belki o zaman bunu ona açıklayacak cesaretim de olurdu. Ama kim yakınlaşamayacağı bir sevgili ister ki? Bir süre idare edilir ama sonra? Sıkılmaz mı? Bıkmaz mı dokunamadığı sevgilisinden? Hem zaten beni mi sevecek? Hiç mantıklı bir nedeni yokken...
***
Tilki;
Aylin hanımın çantası yüzünden belim ağrımıştı. Yürümekten de ayaklarım. Sıcak duş iyi gelse de yorgun olmama rağmen ağrılardan yatamıyordum. Tabi tek sıkıntı bu değildi. Kafam karışıktı. Aylini düşünüyordum. Hayatımda onun kadar inatçısını görmedim.
Ne var çantanı versen de taşısam. Doldurmuşsun her şeyi içine, ağırlıktan yürüyemiyorsun, bir de bana laf ediyorsun! Bir de sakar. Sürekli bir şeylere takılmalar düşmeler. Çocuk musun anlamıyorum ki. Tutmasam belki yuvarlanıp gidecekti. Sonra çık işin içinden.
Şunu kabul ediyorum ki 'abi muhabbeti' biraz saçma oldu. Yani kıza durup dururken abin sayılırım demem. Kendimi onun abisi gibi görmüyorum. Evet yanında olup koruyup kollamak isteği var içimde ama abi olarak değil.
Duygularım düşüncelerim kafamda çorba olmuştu. Kalkıp mutfaktan su içmeye giderken Aylin'in odasına girdiğini gördüm. Kapısını yarım kapattı. Görünmez olup kapısının aralığından baktım.
Bir saniye, şuna açıklık getireyim sapık falan değilim. Hani öyle uygun olmayan bir halde olsa bakmam, yatağa uzandığını görünce uyuyacağını düşündüğümden baktım.
Elindeki bir parça simiti yiyerek tavana bakıyordu. Simit bittiğinde hemen uyudu. Yorulmuş belli. Saçını kurtmamış, üstünü bile örtmemişti. Gerçekten çocuk gibiydi. Bazen gerçekten kıskanıyor beni diyordum, bazense hiç umursamıyordu sanki. Hangisi daha iyi bilmiyorum ama kıskanıp sinirlendiği zamanki bakışları ve tavırları çok güzeldi.
Suyumu içip tekrar yukarı çıktığımda uyuduğundan emin olmuştum. Görünmezliği kullanarak aralık kapısını biraz daha aralayıp odasına girdim. Uyandırmadan üstünü örtmeye çalıştım. Yatağının kenarına oturdum yavaşça. Yüzüne düşen saçları geri attım.
Pembe dudakları hareket ettiğinde biraz geri çekildim. Kimseyi öpmeyen dudaklar böylece karşımda duruyordu. Sanki bilgisayar oyunlarında kuleye kapatılan prensesti. Gücü onu kuleye kapatıyordu. Belki ben, onu kuleden kurtaracak olan prens olabilirim.
Beni sever mi sevmez mi bilmem ama Çağlayla arama mesafe koymaya karar verdim. Onunla bu 'sevgililik oyunu' oynamamın sebebi hep yalan dolan. Ama şu an kalbimde Aylin varken, bunu sürdürebileceğimi sanmıyorum. Bizi kütüphanede gördüğünü öğrenince sanki aldatmışım da yakalamış beni gibi hissettim. O an dank etti kafama. Flörtün bile olmayan birini aldatmış gibi hissediyorsan, o kişiyi seviyorsundur.
Ellerimle yüzünü okşadım. Çarpmadığı zamanlarda dokunmak korkutucu değil tabi. Parmaklarım pembe dudaklarına değdiğinde durdum. Yataktan kalktım. Bu doğru değildi. Beni sevip sevmediğini bilmediğim bir kıza böyle dokunmam. Sevgi, saygı ister değil mi?