Sağ elimi titreye titreye kapının yanında bulunan şifreli dijital kapı kilidine götürdüm ve ezbere bildiğim şifreyi yazdım. Dört haneli sayıyı girdikten sonra kapıdan çıkan elektronik sesle kapı aralanmıştı. Yutkunarak içeri girdim.
Fake hesapla konuştuktan hemen sonra beni aramıştı. Hasta olduğunu söyleyerek eve gelmemde rica da bulunmuştu. Ben de koşturarak buraya gelmiştim haliyle. Hatta yardırmıştım diyebilirdim.
Taehyunglar lüks bir dairede kalıyordu. Evlerine daha önce çok kez gitmiştim ancak hiçbir zaman tek kalmamıştık. Bizimkilerle olurduk hep. Buraya gelmeden önce de Lisa'yı arayıp durumu anlatmıştım ve bana dediği ilk cümle şu olmuştu: "Hayırlı işler kardeşim."
Bunu nasıl düşünebilirdi? Çocuk hastaydı!
Kapıyı kapatıp kapının yanında bulunan portmantoya montumu çıkartıp asmıştım. Ayakkabılarımı çıkartarak önümde dizili olan terliklerden birini giydim. "Taehyung." diye içeriye doğru bağırdım ancak geri dönüş olarak hiçbir ses alamamıştım. Yavaş adımlarla önüme çıkan salona ilerledim. Çantamı herhangi bir koltuğun üzerine bıraktıktan sonra yüzümü kapatan saçlarımı çektim. Büyük ihtimalle odasındaydı. Bu yüzden daha fazla beklemeden odasına doğru yürüdüm. Kapı kapalı olduğu için birkaç kez tıkladım. Yine hüsranla sonuçlandı onun sesini bekleme çabam.
O yine bana cevap vermeyince aklıma türlü türlü senaryolar gelmişti. Beklemeden daldım içeri. Gördüğüm görüntü koca yatağında ateşi olduğu halde yorganı kafasına kadar çeken Taehyung olmuştu.
"Taehyung!"
Sesim öfkeli çıkmıştı. Gözlerimi kocaman açmışken ona doğru ilerleyip yorganı üstünden büyük bir hışımla çektim. Cenin pozisyonunda titreyerek yatıyordu. Büzülmüştü. Yatağın içine girecekti neredeyse.
Bir elimi alnına götürüp saçlarını çektim. Tenimde hissettiğim sıcaklıkla dudaklarım aralandı.
"Yanıyorsun sen." dedim ona doğru. Gözleri kapalıydı. Alnı ter su içindeydi. Hatta saçlarının uçları ıslanmıştı.
"Taehyung, beni duyuyor musun?"
Cevap alamadım. Yüzü kıpkırmızıydı. Dudakları bile tir tir titriyordu.
"Bu böyle olmayacak. Hastaneye gidiyoruz."
Ellerimi ondan çektim ve doğruldum. Siyah dar pantolonumun arka cebinden telefonumu çıkartacağım sırada bir el koluma dolandı ve beni hızlıca kendine çekti. Ne olduğunu anlayamamışken onun yüzünün dibinde buldum kendi yüzümü. Gözleri aralanmıştı ancak o kadar baygın bakıyordu ki irislerinin yarısı neredeyse yoktu.
"Hastaneye gitmek istemiyorum." dedi zar zor. Güçsüz çıkan sesine karşılık koluma dolanan eli beni sertçe kendine çekiyordu. Yakınlıktan dolayı göğüs kafesim hızla inip kalkmaya başladı. Bir anlığına tüm kelimeler terk etti zihnimi. Ne diyeceğimi bilemedim.
"Jennie lütfen. Hastaneye gitmeyelim." diye tekrar söylenince hızlıca başımla onayladım onu. Yine de bırakmıyordu kolumu. Gözleri gözlerimden ayrılmak istemiyorcasına derin derin bakıyordu bana.
Bana böyle bakma çocuk.
Kendime gelmek adına silkindim. "Soğuk bir duş almalısın." dedim kıpkırmızı olan dudaklarına bakmamaya özen göstererek. Beni başıyla onaylamıştı fakat yine de bırakmıyordu kolumu. Üzerine doğru eğilmişken neredeyse yatacaktım. "Ama önce beni bırakmalısın." deyince ne yaptığının sonradan farkına varmış gibi bir anda kolumu tutan eline baktı. Ardından kolumu bıraktı.
Doğrulmadan bir kolunun altına girdim. Onu dikkatlice yattığı yataktan kaldırdım ve odasında bulunan banyoya doğru götürmeye başladım. Başını kaldıracak hali olmasa bile bana çok yükünü vermeden yürümeyi başarabiliyordu. Yüksek ihtimalle gezide almıştı soğuğu. Onun vücut direnci zaten düşüktü, bir de gezide artist gibi dolaşınca hasta olmuştu. Ona küfür etmemek için zor tutuyordum şu an kendimi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
The Lie, taennie
Fanfictionkimtaehyung: Sen kimsin gerçekten? winterbear: Senin sadece çok yakın arkadaşın olarak gördüğün kişi. (Gönderilmedi.) winterbear: Jennie. (Gönderilmedi.) Yarı texting.