*Japon efsanesine göre*
Ne olup bitmişti bilmiyorum ama henüz bir şey kazanmamıştık. Otelde değildik, bir evde gelmişiz. Henüz kimseyle konuşmadım. Tek kelime dahi. Ortalıkta da kimse yoktu zaten.
Çayımı ve telefonumu alıp balkona yöneldim. Müzik listemden rastgele bir şarkı bastım. Ve şarkıya kendimi bıraktım.
"Kaygılarım var ama inan ki olumsuz değil." Diyordu şarkı.
"Yüzünü çok bekledim değer mi bilemedim
Yürüdüm yola çıkamadım ama bence bu bir çelişki değil."
"Ağlamak gerçekten rahatlatıyor mu?" Arkamdan gelen sesle arkama döndüm. Gelen Orhan'dı. Şarkı arka planla hala devam ediyordu.
"Hayır." Dedim tok bir sesle.
"Peki. Dışarıya çık biraz belki rahatlarsın."
Telefonumu alıp şarkıyı durdum. Çayımdan bir yudum alıp sessizce balkondan çıktım. Lavaboya girip, soğuk suyu yüzümü çarptım. Evden ses çıkmıyordu, yıkılıştan sonra herkes benim için ağlıyordu sanki.
Odama yönelip özensizce giyindim. Gri bol eşofmanımı ve salaş sweatshirt giydim. Eski montumu alıp evden çıktım. Derin bir iç çektim. Sessizce bir sokağa girdim. Yağmur dinmişti, geceydi. Sessizdi.
Gökyüzü içindeki sıkıntıyı atamamış gibiydi, tam da şimdi yağmur çilemeye başladı.
"İçimde ki sıkıntı sana da mı ulaştı?" Diye mırıldandım, kafamı gökyüzüne çevirip. Bu karanlıkta bulutların acılarını görebiliyordum, mümkün müydü bu?
"Mümkün müydü, gerçekten?"
"Derya, ilk defa kendimi kaybolmuş hissediyorum. İlk defa bu kadar çaresiz hissediyorum."
"İlk defa kendini bulmak istemiyorsun.."
Kafamı yavaşça yere eğdim, küçük adımlar atan ayaklarımı izledim. Dışarıda hiç kimse yoktu, saat kaçtı haberim yoktu.
"Neden insanlar ıslanmaktan korkar ki?" Diye konuştum birden, adımlarım durdu. Kendimden mi korkmuştum ben az önce?
Tam o sırada arkamdan hışıltı sesi geldi. Yağmur damlaların şemsiyeye vuran sesiydi. Yanı sıra ninnide diyebiliriz. Ve bir kaç bana yaklaşan ayak sesi. Yanıma geldi ve durdu. Şemsiyeyi ikimiz için tutmaya başladı.
"Japon efsanesini biliyor musun?" Dedi tanıdık ses. Şemsiyeyi tutan Miraçtı.
"Biliyorum." Dedim yavaştan yürümeye başlarken. "Ne yani ayak üstü evlenme teklifi falan mı bu?" Dedim gülerek. Kendini tutamayıp kocaman bir kahkaha attı. Bir kaç saniye geçip bir anda ciddileşti.
"Bugün için özür dilerim, başaramadım."
"Yeni başladık, bir anda kazansaydık bizim hikayemiz olmazdı."
"Bizim hikayemiz var mı peki?" Şemsiye tutan elinin tam üzerine elimi yerleştirdim. Yavaşça şemsiyeyi aşağıya çektim.
"Bırak ıslanalım." Diye mırıldandım.
"Japon efsanesine göre." Diye girdi cümleye, adımlarımız biraz daha yavaşlarken.
"Bir erkek, bir kadına şemsiye verirse sonsuz olurlar." Diye tamamladım onu. Hafifçe gülümsedi.
"Geçelim mi eve?" Diye sordu yağmur hızlanırken. Kafamı çevirip gözlerin içine baktım.
"Tamam." Dedi pes eder gibi "biraz ıslanalım öyle gidelim." Ona gülümseyip, yağmurun altında deli gibi koşturmaya başladım, beni şemsiyenin altından izlemeyi tercih etmişti.
Telefonumdan 'couleur menthe à l'eau' şarkısını açıp hızlanan yağmurda biraz daha ıslandım. Şarkı bitmeden eve varmıştık. Çok uzaklaşmamıştık zaten.
Islak montumu asıp, lavaboya yöneldim. Küçük havlu alıp saçlarımda ki ıslaklığı almaya başladım. Tam o sırada evin zili üst üste ki kere çaldı. Açan olmayınca kafamda havluyla kapıya yöneldim. Tam üçüncü kez çalarken kapıyı açtım. Hiç beklemediğin bir manzara vardı önümde.
Nefes nefese kalmış genç bir kız, yüzü, elleri, bacakları yara bere içindeydi. Kıyafetleri yırtıktı. Kolundan tutup içeriye çektim.
"Gel, gel ne oldu sana böyle?" Dedim korkuyla kapıyı kapatırken.
"İyi şeyler değil Arya?"
"İsmin! Nasıl yani? Kimsin?" Dedim korku vücudumu sararken. Bir adım geri çekildim ama kolunu bırakmadım eğer bırakırsam düşeceği çok açıktı.
"Miraç?" Diye seslendim var gücümle. Hemen ardından Orhan'a, kimseden ses gelmeyince "Elyas!" Diye çığlık attım. Ve bir anda hepsi holde belirdi. "Yardım!" Dedim kısık sesle.
Kızı elimden alıp, solana taşıdılar. Azra kız için, yemeklik bir şeyler hazırladı. Bende elimde olan sağlam kıyafetlerimi alıp ona götürdüm. Elyas ona lavaboyu tarif ederken konuşmaya başladı.
"İsmimi biliyor." Dedim sessizce Miraç'a.
"Ne?" Dedi şoke olmuşça. Hemen ardından Orhan atıldı.
"Kendine gelsin, elbet mantıklı açıklaması olacaktır."
"Ne olmuş abi?" Dedi yanımıza gelen Elyas.
"Birazdan anlayacağız." Dedi Miraç. Azra hazırladığı bir kaç yiyecekle solana girdi.
"Bu da kim böyle? Nerede?" Diye sordu.
"Henüz bilmiyoruz canım, birazdan anlayacağız." Dedi Orhan, ve ardından kapı açılma sesi geldi. Yavaş adımlarla içeriye girdi, Azra kolunu kavrayıp oturmasına yardımcı oldu.
"B- ben katil oldum!" Dedi kız bir anda. Çığlık atmamak için ellerimi ağzımla kapattım. Orhan o sıra Azra'yı kendine çekti. Yavaşça kızın yanına oturdum, Miraç'ın deli gözleriyle karşılaşmam bir oldu. Bu kadar kişinin arasından beni öldüremezdi değil mi?
"Bu kadar kişi arasında katil olduğunu söylüyorsa, yapma potansiyeli de pek uzakta durmuyor Arya!"
"Derya ne zamandır bu kadar mantıklı cümleler kurmaya başladın dostum?"
"Babamı öldürdüm." Dedi tek nefeste.
"Durun durun, abi kimsede sorgulamıyor ki! Kız Türkçe konuşuyor, geliyor kapımızı çalıyor. Hiç bir şekilde, hayati tehlikemiz olmamış gibi kızı içeriye alıyoruz." Dedi Elyas.
"Kapa çeneni." Diye çıkıştım ilk. "Ne olup bitiyor öğrenelim." Diye devam etti.
"Babam hakkında pek çok şey biliyorum, tabi bilmemem gerekenleri de! Onu öldürmeseydim, beni öldürecekti." Dedi kız nefretle.
"Baban?" Diye sordu Miraç. "Baban kim?"
"Sina SOYKAN ya da herkesin bildiği gibi Onur SARAÇOĞLU."
Başlıyorduk.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SESSİZ ÇIĞLIK 🗣 | Tekrardan Düzenleniyor..
Teen Fiction10 yıl öncesinde, küçük bir bedende. Hiç bir suçu yok iken fazlasıyla zarar gören küçük bir kız çocuğu. Yıllar geçmiş ve o beden büyümüştü. Bu sefer şansa yer verilmemişti. Olmayan bir aşkın, olmayan bir cinayetine hazır mısınız? #roman | #50 | 13...