Öncelikle bu hikayeyi daha önceden yayınlamış ve ara vermiştim. Ancak fark ettim ki, 3. ağızdan anlatımı beceremiyorum. Bu yüzden bu hikayede de 1. ağızdan devam edeyim dedim. Ve anlatımda olduğu gibi, senaryoda da epey bir değişiklik yaptım. Her neyse, iyi okumalar diliyorum! ^^
...
... Emily'nin gözünden ...
"Uyan artık uykucu!" sesiyle uykumdan resmen dirilmemle bana gülümseyerek, ama aslında niyeti beni sinirlendirmek olan abime baktım. Sinirden dişlerim titriyordu. Bunu hep yapıyordu bana. Neden bir abim vardı ki? O an ona yumruk, tekme, kafa, daha neyim varsa atmak istiyordum. Ama bunu yapamazdım. Neden? Çünkü bunu daha önce yaptığımda suçlu yine ben olmuştum ve ceza almıştım.
Adım Emily, 15 yaşındayım. Açık kahverengi tonuna yakın bir saçım, daima kapalı veya yarı açık olan uykulu gözlerim var. Nasıl da bir betimleme, değil mi? Her neyse. Kısaca kendimden bahsedeyim dedim. Babam bir polis memuru, onunla her ne kadar samimi olmasam da gece geç gelmesinden nefret ediyorum.
Gözlerimi ovuşturarak yolculukta rahat etmek amacıyla çıkardığım ayakkabılarımı tekrardan giydim. Gözlerimi tam olarak açamıyordum, çünkü hala uyku sersemiydim. Etrafıma baktım. Piknik yeri olarak burayı mı seçmişlerdi? "Neden bu ormana geldik?" diye sordum. Çünkü bizim dışımızda en fazla 7 kişi sayabildim. Çoğu da oduncu tipinde, kirli sakallı, uzun saçlı adamlardı.
En sonunda annem sorumu yanıtladı. "Baban ve ben, ya da sen hariç bütün ailecek hiç kimsenin gitmediği yerleri tercih ederiz bilirsin." dedi. "Hem o kadar da ıssız bir yer değil baksana, etrafımızda kaç tane insan var."
"Hıhı, tabi." dedim dalga geçermiş gibi. "Oduncular gelip kamp kurmuşlar. Bizim gibi gelen tek bir aile bile yok."
Annem benim huysuzluğumu daha çok kaldıramadı ve getirdiği çantadan topu çıkartarak "Al oyna şununla zaman geçirirsin." dedi. Ben de hiç yoktan iyidir diyerek geniş gövdeli bir ağaç bularak topu atıp tutmaya çalıştım. Ağaçla voleybol oynuyordum, düştüğüm duruma bakın... Abim de benim yanıma gelip "Eğleniyor gibisiniz küçük hanım?" dedi dalga geçerek.
"Kes sesini Albert." diye bağırdım ona. Normalde ona adıyla hitap etmezdim ancak beni kızdırmaya başlıyordu artık. Ve genelde ona adıyla hitap ettiğimde bir ilk okul çocuğu gibi anneme şikayet ederdi beni. Ama bu sefer omuz silkerek geri döndü.
Ağaçtan sıkılıp topu elime aldım ve yerde sektirmeye başladım. Bu sırada telefonumdan müzik dinliyordum. Dinlediğim müzik beni gaza getirdiği sıralarda topa o kadar sert vurdum ki yerde sektikten sonra yüzüme çarptı ve ilerideki bayırdan aşağı gitmeye başladı. Topun yüzüme çarpmasından dolayı sersemlemiştim. Albert buna güldü, onu umursamadan aşağıya giden topun peşinden koştum. Neden koştuğumu bile bilmiyordum. Hadi ama... O topu geri istiyor muydum ki? Yine de almaya gidiyordum işte.
En sonunda top bayırın en aşağısında duran birinin ayağına çarparak durdu. Çocuk arkası dönüktü ve bir yere bakıyordu. Nereye bakıyordu ki bu? Topun ona çarpmasını hissetmemişti bile. Onun olduğu yere geldiğimde nefes nefese "Hey, topumu geri alabilir miyim?" diye sordum.
Arkasını dönerek topu yerden aldı ve bana attı. Bunu yaptıktan sonra da arkasına dönüp baktığı yere bakmaya devam etti. Yüzünü pek iyi görememiştim. Ancak benim yaşlarımda olduğu belli oluyordu. Neden hiçbir şey olmayan yere bakıyor diye merak etmiştim. O da mı topunu kaybetmişti acaba?
"Hayalet görmüş gibisin, ne oldu?" diye sordum ve yanına gelip onun bakmakta olduğu yere baktım. Bir şey yoktu. Sadece boyumu aşan çimler vardı. Köpeğini falan mı bekliyordu acaba?
"Bana inanmazsın." dedi bana bakmadan. "Herkes gibi sen de bana deli diyeceksin. Boşver, sen git topunla oyna."
"Ne o, yoksa gerçekten de hayalet mi gördün?" diye sordum dalga geçermiş gibi. Ama onun yüzünde ciddi bir ifade vardı.
"Az önce çalıların arasında bir kafatası gördüğüme yemin edebilirim." dedi. "Kafamı çevirdiğinde bir saniye içinde vardı, sonra yok oldu. Ama hareket ettiğini duyabiliyordum."
"Biri sana şaka yapıyor olmalı." dedim omuz silkerek. O da bu sözüme aldırmadan çantasını sırtından çıkardı ve içinden bir bıçak çıkardı. Korkarak bir adım geriye gittim ve "Hey, ne yapıyorsun sen?" diye bağırdım.
"Burası hakkında lanetli diyorlardı." dedi ve yamuk bir gülümsemeyle devam etti. "Ve bu gizemi çözen kişi ben olacağım."
"Yani kafatasını gördüğün yere gidip bir kafatası bulmayı umacaksın, peki ya sonra?" diye sordum yeniden dalga geçerek.
Kafasını bana çevirerek gözlerini kıstı ancak bir şey söylemedi. Yürümeye başladı. Çalıların arasına girdiğinde gözden kayboldu. Çünkü çalılar neredeyse 2 metreyi geçiyordu. "Her neyse..." diyerek geri döndüm. Bayır çıkmaktan nefret ediyordum. Topu bıraksaydım keşke diye düşündüm. Bayırı çıkıp en sonunda ailemin hazırladığı kamp yerine geldiğimde abim bana elini uzatarak "Babamın kesin emri var. Uzaklaşmayacaksın." dedi.
"Emir ha?" diye güldüm. "Ne zamandan beri aile emirlerine kulak asmaya başladın sen bakayım?"
Bana cevap vermedi. Yarım saatimiz masayı kurmaya çalışmakla geçti. Biz mi demiştim? Ah tabi ki de biz, abim hariç tabi. O sırada o ağacın gölgesinde dinlenmekle meşguldü. Ardından annemle babam çadır kurmaya çalıştı. Yarım saat de ona harcandı. Derken, akşam olmaya başlıyordu bile. Şu çocuğun ne bulduğunu merak ediyordum. Hazır annemle babam masa hazırlarken ve abim de uykuya dalmışken, bayırın başladığı yerde durarak aşağı baktım. Hala ortalıkta yoktu. Yoksa kayıp mı olmuştu? Neden hala geri dönmemişti ki? Annemin yanına giderek "Biraz dolaşmaya çıkacağım. Burası tahmin ettiğimden de sıkıcı!" dedim. Bana fazla uzaklaşmamamı söyledi. Başımı sallayarak onayladım ve bayırdan aşağıya indim.
Çalılıkların oraya geldiğimde çocuğa bağırmak istiyordum ancak ismini bilmiyordum. Çalılığın dibine gelerek "Hey, kimse var mı?" diye sordum. Cevap gelmedi. Tabi ki de, ne bekliyordum ki? Bir kafatasının çıkıp "O burada değil, git buradan!" demesini mi?
"Aklımı kaçırmış olmalıyım." dedim kendi kendime. Ancak yine de merak ediyordum. Acaba bu o çocuğun bana yapmak üzere olduğu bir şaka mıydı? Acaba ben tam çalılıkların içine girdiğimde beni bir kafatası maskesiyle falan mı korkutacaktı? Ya da gerçekten kayıp mı olmuştu?
Benim hakkımda bilmeniz gereken bir şey var. Aşırı meraklı biriyimdir. Birileri bir konu hakkında konuşurken içinde adım geçerse, ne konuştuklarını işkence zoruyla bile olsa öğrenirdim. Çünkü ben böyle biriydim. Merakı yüzünden kendini tehlikeye atmaya hazır bir kız.
Çocuk bir bıçak ile gitmişti oraya. Peki ya ben bıçaksız gitmekle iyi mi ediyordum? Yerde ucu sivri bir ağaç dalı vardı. Ne olur ne olmaz diyerek onu aldım elime. Böylece ilk adımımı atarak çalılıkların içine geçtim ve ilerlemeye başladım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
İskeletler Diyarı
FantasyMerakın beraberinde getirdiği macera, mistik olaylar, gizemli bir diyar ve tabi ki de... İskeletler! Herkes İskeletleri ürkütücü bulur. Öyleler mi acaba? Bazıları öyle. Ölü oldukları için tabi. Ama ölmeden önce hepsi bizim gibi insanlardı. Ölüm neyi...