Bölüm 2 : Yaşanması gereken bir macera

210 17 4
                                    

... Emily'nin gözünden ...

Bir dakikaya yakın bir süredir bitkilerin içinden yürüyordum. Bir türlü bitmek bilmiyordu. Cidden, bu normal miydi acaba? Neyse ki iki dakikalık bir yürüyüşten sonra bitkilerin bittiği yere çıktım. Etrafta pek bir şey seçemedim, özellikle de o çocuğu göremiyordum. Bana bir şaka yapacaksa, buna hazırdım. Çünkü ilk ihtimal olarak bunu göz önüne almıştım. 

Çalılardan çıkıp etrafa baktığım sırada birinin omzuma dokunduğunu hissedip irkildim ve arkama döndüm. Ama hiçbir şey yoktu. Hadi ama çocuk... İşte, adını bilmediğim çocuk. Lütfen, bu şakayı yap da geri döneyim. Acaba... Acaba omzum bitkiye mi değmişti?

Tekrardan önüme döndüğümde önceden fark etmediğim veya önceden orada olmayan bir şey gördüm. Bir mağara. Ağzı üç metre uzunluğuna kadar uzanıyordu ve önünde 2 tane mızrak yere saplanmış bir şekilde duruyordu. Ve... Ve mızrakların üzerinde kafatasları vardı. Cidden, çocuk şakanın dozunu biraz kaçırmaya başlıyordu artık. "Bu kadarı yeter adını bilmediğim çocuk, tamam komikliği bitti. Geri dönüyorum!" diye bağırdım öylece havaya karşı. Ancak geriye döndüğümde, çalılıklarla aramda duran, bütün bedeni kemikten oluşan bir canlı vardı ve hareket ediyordu! Bu nasıl bir şakaydı böyle? Ağzım açık o şeye bakarken ağzımdan çıkan tek şey "Sen gerçek değilsin!" oldu. O şey ise benim üzerime doğru yürümeye başladı. Korkarak, dilim tutulmuş bir şekilde geri adım atarken sırtımda bir el daha hissettim. Arkamı döndüğümde yine o şeyin bir benzerini gördüm... Tanrım, neler oluyordu böyle!?

O yaratığımsı varlıklar bana bakıp gülmeye devam ederken onlardan birinin kafasına vurmamla, yaratığın kafasının yerinden çıkıp 3 metre öteye fırlaması bir oldu. Ancak yaratık hala ayakta durmaya devam ediyordu. Böyle bir şey mümkün olamazdı diye düşündüm. Eğer bu çocuğun yaptığı bir şakaydı ise, gerçekten işini biliyordu. 

Ben yeniden geri adım yapıp onlardan uzaklaşırken, tekrardan bir el hissettim sırtımda. Ancak ona vurmama fırsat bile kalmadan benim üstüme atlayıp boğazımı sıkmaya başladı. Bu nefessiz kalmama sebep oluyor muydu? Hayır. Ona güç veren bir şey yoktu. Çünkü o bir iskeletti. Ancak düşünüyorum ki, bana zararı dokunmayan bir böcekten ve fareden bile korkan benim, boğazımı sıkıp da nefessiz kalmama sebep olmayan bir iskeletten korkmam doğaldı.

Çığlık atarak koşmaya başladım ama bu sefer iskelet bırakmak bilmiyordu. Ağırlık da yapmıyordu ancak sırtıma tutunmakta ısrar ediyordu. Korkudan ne yapacağımı bilmiyordum. Koşmaya devam ederken sırtımdaki iskelet "Yeni misafirimize hoş geldin deyin!" diye bağırıyordu. Misafir mi? Hayır, bu bir yanlış anlaşılma olmalıydı. Biri bana uyuşturucu falan mı verdi, yoksa bu gerçekten haddini aşan profesyonel bir şaka mıydı?

Nereye gideceğimi bilmeden daireler içinde koşmaya devam ederken topraktan beş tane daha iskelet doğdu. Doğdu mu? Nasıl desem... İşte sanki orası onların mezarıymış da, yerinden çıkmış gibi. Artık sınıra gelmiştim. Çalıların olduğu yere kaçamazdım çünkü o tarafta da iskeletler vardı. 

Tam o sırada mağaranın olduğu yerden atlı bir adam çıktı. Bu da neyin nesiydi şimdi? Bir elinde mızrak, diğer elinde ise sopa tutuyordu. Bir anda ne olduğunu anlamadan önüme geçip sopasını kaldırdı ve bunu yapmasıyla birlikte bütün iskeletlerin onun önünde eğilmesi bir oldu. "Efendimize itaat ediyoruz!" diyorlardı hep bir ağızdan. Bir atlı adama, bir iskeletlere bakıyordum. Lanet olsun, neydi bu gerçekten de?

Atlı adam arkasına dönüp "Mağaraya gir çabuk!" diye bağırdı. Mağaraya mı? Hayır, kesinlikle olmaz. Oraya girmezdim. Benim ailemin yanına dönmem gerekiyordu. Bu adama güvenmiyordum. Geldiğim yerden dönmem gerekiyordu, hazır bu adam hepsini kontrol altına almışken çalılılıklara yardırıp koşarak dönebilirdim belki de. Yapabilir miydim?

İskeletler DiyarıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin