Bölüm 7 : Ölüm efendisi

115 11 1
                                    

... Freddy'nin gözünden ...

"Ölümün gerçek efendisiyle karşılaşmak için bir hak kazandınız. Geçtiğiniz bütün testlerden sonra size birer soru hakkı tanıyacak. Ona saygılı davranın."

Ölümün efendisi demek, bu her şeyi açıklıyordu. İskeletlerin dirilmesi, hareket edip bize saldırmaları falan... Açıkça biri bunları kontrol ediyordu ve amacı da iyi niyetli değildi. Buradan canlı çıkmaktan bahsediyorlardı. Anlaşılan o ki, çıkmamamız için her şeyi yapacaklardı. Veya o efendi bunu yapacaktı.

Bir an için düşündüm. Acaba Emily'nin şu mağaranın girişinde karşılaştığı atlı, aslında bu efendi olabilir miydi ki? Büyük bir ihtimal. Çünkü asası olduğunu söylemişti. O değilse başka kim olabilirdi hem?

Bir anda bu sorularımı topraktan çıkan iskeletler böldü. Şuana dek en büyük topluluk buydu. Göz kararı olarak saydığım kadarıyla en az otuz tane iskelet çıkmıştı ve hepsi de diz çökmüştü. Ellerinde sopalar vardı ve diz çöktükten sonra aynı ritimde yere vurmaya başladılar. Sanki şarkıdan önce tutulan bir bateri ritmi gibi... Ritim devam ederken, en soldaki iskelet şarkı söylemeye başladı. Sanki hisleri varmış gibi hüzünle söylüyordu şarkıyı. Sonrasında düşündüm de, acaba onların da hisleri var mıydı?

"Ölümün efendisi yakın, bu yüzden şimdi mumlarınızı yakın. Sessiz karanlığı aydınlatın. Ölmüş olanları dirilten ölüm efendisi, o ki ölümün ta kendisi, ölüler ile canlılar, onun olacak hepsi! Efendiyi karşıla, diz çök, ama sakın korkma, çünkü... Ârgu hyung bedrenga Khazendirök!"

Son cümle de neyin nesiydi öyle? Hangi dildi, hangi yüzyıldan kalma bir şeydi bilmiyorum ama... Sanki son söyledikleri kelime bana tanıdık geliyor gibiydi. Khazendirok... Aynı şu asa gibi, bu kelime de garip bir şekilde tanıdık geliyordu. Sanki ikisini de bağlantılı bir yerde görmüş, okumuş veya bir şekilde bilinçaltıma sokmayı becerebilmiştim.

Oldukça korkutucu bir ses tonuyla şarkılarını söyledikten sonra amaçlarına ulaşıp bizi ürkütmeyi becermişlerdi. Ondan daha korkutucu olanı ise, etraftaki mumların kendiliğinden yanıp sönmeye başlamasıydı. Sönmesini anlardım ancak... Bir mum nasıl yanıp sönebilir, aynı anda hem de? Bir süre sonra bu durdu. Mum bir daha yanmadı. Odayı garip bir karanlık bürüdü. Ama bu karanlık, garip bir karanlıktı. Sanki karanlık, karanlığı yutup, bambaşka bir karanlık ortaya çıkarmış gibi. Siyah renginin en koyu tonu gibi ya da.

Bir şey göremediğim için etrafta neler olduğunu bilmiyordum, ancak bir anda tenimin solduğunu hissettim. Sanki hasta olmaya başlıyor gibi, ama hızlandırılmış hali. O kadar hızlıydı ki beş saniye içinde dizlerime hakim olamayıp yere kapaklandım. Emily "Freddy, iyi misin?" diye sorsa da kendimi o kadar berbat hissediyordum ki ona yanıt veremedim. Ancak ikimiz de birbirimizi göremiyorduk. 

Ancak bu o kadar da uzun sürmedi. Bir dakika sonra, kusmamayı becerebilmiştim ve mumlar tekrardan yanmıştı. İskeletler hala diz çökmüş halde duruyorlardı. Simsiyah kapıdan içeri giren kapşonlu adama doğru dönerek "Karanlığın ve ölümün efendisi. Hemde abus ed dieni heil Pomatrik!" diye bağırdılar bir ağızdan. Pomatrik... Lanet olsun, neden hep son kelimeler tanıdık geliyordu bana? Ayrıca bu dil de neyin nesiydi?

İskelet kalabalığının önünden geçerek, birkaç metre önümüzde durdu. Ben kendimi iyi hissediyordum. Emily'nin yardımıyla ayağa kalkabildim. Kapşonlu şey, insan, yaratık, iskelet, işte her ne ise... Kapşonunu çıkartarak ölümcül bir bakış attı bize. Ama bu şey bir iskelet değildi, normal bir kafası vardı. Normalden kastım, bir insan kafası yani.

Bize bakıp "Ölümden korkuyor musunuz?" diye sordu.

"Ne yani sen Davey Jones musun şimdi?" diye sordum dalga geçerek. Ancak sopasını kaldırmasıyla ayaklarımda dayanılmaz bir acı hissetmem ve dizlerimin üstüne düşmem bir oldu. Ardından birkaç hareket daha yaparak eğilmemi sağladı. Yüz üstü ona tapar bir harekette duruyordum. Ancak Emily dimdik duruyordu.

İskeletler DiyarıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin