Bölüm 17 : Viking topluluğu

54 10 0
                                    

... Emily'nin gözünden ...

İçeriye günahsız bir kız olarak girip, en büyük günahımı işleyerek çıkmıştım. Gerçekten de yaptığım bir günah mıydı? Benim inandığım tanrı, değer verdiği kişi için fedakarlık yapan insanları ödüllendirirdi. Ancak bu günah olarak sayıyor. Ya da bu sadece Pomatrik'in bana oynadığı bir oyun muydu?

Onu bir kenara bırakırsak, içeriye masum ve kırılgan biri olarak girip, neredeyse sakal büyütmüş gibi hissederek çıkmıştım. Özellikle en son odada gördüğüm işkencelerden sonra kendimi büyümüş biri gibi hissediyordum. 

Dışarı çıktığımda aşırı karanlıktan sonra gözüme gelen güneş ile garip hissetmeyi beklerken, hiç güneş görememiştim. İskeletler diyarına gireli ne kadar olmuştu ki? Belki birkaç saat. Evet günler gibi hissettirmişti ancak şuan dışarıda saatin veya tarihin tam olarak ne zaman olduğunu bilmiyordum. Ve en önemlisi de şuan muhtemelen ailem beni arıyordu. 

Hiç güneş yoktu, aksine yağmur yağıyordu. Tam da söylenilen gibi. "Savaş günü yağmur siyah yağacak". Yağan yağmurda bir gariplik olduğunu çıktığım gibi fark etmiştim zaten.

"Şimdi ne olacak?" diye sordum Freddy'ye.

"Hiçbir fikrim yok, ama buradan kurtulduğumuza göre en iyisi hayatımıza devam edelim biz." diye cevap verdi. Başımı sallayarak onayladım. Çalılıklar yerindeydi. Birlikte çalılıklara doğru yürüdük. Çalılıkların içinden dümdüz ileriye doğru giderken yine o kaybolmuşluk hissi kaplıyordu içimizi. En azından beni. Abimin "Emily!" diye bağırdığını duyabiliyordum. 

"Albert!" diye bağırdım ellerimi ağzıma götürüp sesimin daha yüksek çıkmasını sağlayarak.

Koşarak çalılardan çıktığımda onu görüyordum. Üstü sırılsıklam bir şekilde ağacın dibinde oturuyordu. O üzerindeki kan mıydı yoksa bana mı öyle geliyordu? Koşarak onun yanına gittim. Freddy de arkamdan geldi.

"Neler oldu?" diye sordum telaşla.

Sağ gözüne darbe almış olmalı ki morarıp kapanmıştı. Ağzında da birkaç damla kan ile konuşmaya çalıştı. "Bunu sorması gereken benim aslında." dedi. "Ama yine de anlatayım. Sen gittikten 20 dakika kadar sonra bir ordu atlı adamlar geldi. Uzun saçlı ve uzun sakallı adamlar. Vikingler gibi yani bir bakıma. Ya da Game of Thrones'tan fırlamış tipler. İlk başta buraya film çekimi yapmaya geldiklerini sandım ama bize 'iskeletler diyarı' adında bir yer sordular. Bilmediğimizi söyledik, ısrar ettiler, ardından tartışma büyüyünce bir kavga başladı. Adamlardan biri beni fena benzettikten sonra kimsenin ağzını bıçak açmadı zaten."

Vikingler mi çıkmıştı bir de şimdi başımıza? Bu adamlar kimdi? İskeletler diyarını neden arıyorlardı? Pomatrik'in bizim peşimize taktığı avcılar falan mıydı yoksa?

Tüm bu varsayımlarım Freddy'nin "Onların kim olduğunu biliyorum." demesiyle bölündü. 

Albert ayağa kalkarak "Kim bu adamlar, söyle bakalım. Seninle bir ilgileri var mı acaba?" diye sordu. Yüzünde dövülmüşlüğünden dolayı sert bir ifade var gibiydi. Ardından biraz daha öfkelendi. "Ayrıca sen kimsin? Emily saatlerdir nerede? Kim bu adamlar? Neler oluyor? Mantıklı bir açıklama yapabilecek misin?"

Freddy bu öfkeye karşı, aleve körükle yaklaşırcasına öfkeyle cevap vererek "Bütün hikayeyi bilmeden bir de bana mı suç atacaksın?" diye sordu. "Sorun buysa hayır, sana mantıklı bir açıklama yapamayacağım. Çünkü başımızdan geçenleri yaşamadan bize inanmazsın. Ancak şuan önemli tek bir şey var. O ordu var ya, iskeletler diyarını bulmak için ellerinden gelenleri yapacaklar. Sadakat sözleri var çünkü. Eğer bana nerede olduklarını gösterirsen, sizi onlardan kurtarabilirim. Sonra da zaten beni bir daha görmeyeceksiniz."

Bana dönerek "Neler oluyor Emily, cidden... Anlat, kim bu çocuk?" diye sordu Albert.

Oflayarak "Dediği gibi, inanmayacağın şeyler yaşadık." dedim. "Ama şuan yağmurun siyah yağmasından sonra birçok şeyi normal karşılayabilirsin bence. Yine de anlatmamayı tercih ediyorum."

"Sorma..." dedi sinirden gülermiş gibi. "Babam kürsel ısınmadan falan diyor. Mümkün değil. Şu ordu da gelince kıyamet günüymüş gibi hissettim."

Freddy araya girerek "Bana onların nerede olduğunu göstersen de o adamlara istediklerini versem fena olmaz mı, hemen... Şimdi?" dedi sabırsızlıkla. 

Böylece bayırdan yukarı çıkarak kamp yerimize geri geldik. Gerçekten de yüze yakın asker toplanmış, yağmurun altında saldırmayı bekleyen boğa gibi burunlarından soluyarak oturuyorlardı. Abimin de dediği gibi, vikinglere benziyorlardı. Freddy direkt olarak öne atılarak "Merhabalar dostlar." dedi. "Tanışma faslını hızlıca geçiyorum. Ben Freddy, iskeletler diyarından kurtulan iki kişiden biriyim. Siz de Khazendirök'ün sadık askerlerisiniz. Siz onunla bir anlaşma yapıp sadakat yemini etmiştiniz ve o sözünü tutup sizi diriltti. Şimdi ise sizin sıranız. Ve bunda da epey isteklisiniz biliyorum."

Sözü öndeki iri yapılı adam tarafından kesildi. "Kimin tarafındasın sen çocuk?"

"Pomatrik'ten nefret ediyorum, Khazendirök de Emily'yi kurtarmama yardım etti bu yüzden Khazendirök diyorum." diyerek devam etti. "Hadi, size iskeletler diyarının yolunu göstereceğim. Bayırın aşağısında hemen. Bütün şu savaş falan bitsin de kurtulalım istiyorum. Neler yaşadım bilemezsiniz."

Askerler yere koydukları kılıçları, kalkanları ve mızrakları hızlıca toparlayarak Freddy'yi izlediler. Biz de onları izledik gözlerimizle. Annem ve babama hala ne anlatacağımı düşünüyordum. Ama daha kaç saattir ortadan kaybolduğumu da bilmiyordum.

"Neler oldu Emily?" diye sordu babam.

Her şeyi anlatmak zorundaydım. Ve öyle de yaptım. İnanmayacaklarını bilsem bile, onlara her şeyi doğrularıyla birlikte anlattım.

İskeletler DiyarıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin