Şarkı yukarıda. İnsanları birbirine bağlayan iplerin varlığına hep inanmışımdır. Bazen düğümlenirler bazen de koparlar. Sanırım bu yüzden bu şarkıyı çok seviyorum ve hikayeye yakıştırıyorum.
"Time, curious time. Gave me no compasses, gave me no signs. Were there clues I didn't see?"
Uçakta yanıma alacağım çantamın da fermuarını kapattım. Ağzıma invisible string takılmıştı ve bunda hiçbir sorun yoktu. Mükemmel bir şarkıydı. Sadece şarkıdan ve albümden kopamıyordum. Beş dakika sonra aşağıda Josh ve Harry'nin bulunduğu arabaya binene kadar kulağımda kulaklıkla bu şarkıyı dinleyip bu şarkıyı dinleyecektim.
"And isn't it just so pretty to think all along there was some invisible string tying you to me?"
Kulaklığın üzerindeki düğmeden sesi biraz daha açtım. Sırt çantamı da ayarlayıp aynanın karşısına geçtim. Gözlerime çok ince bir eyeliner çekip, bu benim için çok büyük bir başarıydı, rimel sürdüm. Dudaklarıma da çok koyu olmayan bordo bir ruj sürdüm.
Üzerimi değiştireceğim için kulaklığı çıkarıp telefonu yatağın üzerine attım. Şarkıya eşlik ederken üzerime bir şeyler aradım. Şu an giydiklerimle havaalanına, yani İngiltere'ye gidecektim. Bu yüzden orada giyebileceğim bir takım bulmam gerekiyordu.
Altıma siyah kot pantolonunu giyip üzerime kalın krem rengi bir kazak giydim. Boyun kısmı biraz geniş ve açık olduğu için atkı veya şal bakındım. Kafede üşüyeceğimi bildiğim için orada da çıkarmamayacağım bir şey olmalıydı. Tatlı bir kahverengi rengine sahip olan orta derece kalınlıkta atkı mı şal mı olduğuna karar veremediğim bir şey buldum. Saçlarımın üzerinden onu boynuma taktım.
O sırada dışarıdan korna sesi geldi. Sinirle homurdandım. Kaç yıllık doktorun ve koca bir mimarlık şirketi yürüten adamın korna çalmak yerine mesaj atmaları gerekirdi. Binada ,yanlış bilmiyorsam, üç bebek vardı ve bebekleri uyutmanın ne kadar zor olduğunu, dışarıdan gelen bir sesle ansızın uyanmalarının da ne kadar deli edici bir şey olduğunu biliyordum.
Gerekli eşyalarımı çantama atıp kabanımı giydim. Ocağımın ve yatak odamdaki fişlerin fotoğraflarını çektim.
Evet, komikti ve şapşalcaydı fakat evimi yakmak istemiyordum.
Tüm odaların ışığını kapatıp kapılarını kilitledim. Evdeki her şeyi kontrol ettikten sonra bir bavul ve bir çantayla dış kapımı iki kez kilitledim. Botlarımı giyip asansöre bindim. Kapılar kapanıp yüzümü asansör aynasına çevirdiğimde derin bir nefes verdim. Buradan uzaklaşmak istemiyordum. Daha doğrusu Harry'den uzaklaşmak istemiyordum. Yanında olmamı istediğini çok net bir şekilde belirtmişti ve ben tam ilişkimiz daha açıklanabilir bir hal alacakken İngiltere'ye gidiyordum.
Bir erkek için kariyerine büyük bir artı ekleyecek işlere gitmemezlik edecek kadınlardan değildim. İşime ve işimle alakalı tercihlerime saygı duymalıydı. Sadece...sonunda bir şekilde birbirimize bağladığımız o görünmez fakat çok güçlü ip uçağa bindiğim an kopacak gibi hissediyordum. Belki bana bunları hissettirdiği için ona kızmalıydım fakat kızamıyordum. Tek istediğim şey onunla on beş günlük bir iş gezisinin aramızı bozamayacak kadar sağlam bir ilişkide olmaktı.
Yine istediklerimin kolayca olmayacağını bildiğim halde altın tepsi bekliyordum. Harry hayatıma altın tepside çok güzel duygularla girmişti ve diğer her şeyin de böyle olmasını bekliyordum.
Büyük beklentiler, büyük üzüntüler doğururdu. Bunu içimden birkaç kez tekrarladım ve bu akşam için kendimi küçük beklentilerin içine soktum, üzüntüsünü kolayca yakıp yok edebileceğim üzüntüler.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
circle | styles
ФанфикBu hikaye, birbirlerini geç bulup sonsuza kadar sevebilecek iki insanın hikayesi.