fourteenth circle

735 58 118
                                    

Ofis binasından içeri girdiğimde bulunduğu ortamı keşfetmeye çalışan dünyaya yeni gelmiş bir bebek gibi hissediyordum; bulunduğum yer bana tamamen yabancıydı fakat bir o kadar da ilgi çekiciydi. Beş kat sayabildiğim, girişinde nar çiçeği tonlarında, yatık bir yazı stiliyle yapıyı süsleyen ve tam olarak nereye geldiğinizi anlatan büyük bir Styles kelimesi sizi karşılayan ilk şeydi ki, gördüğüm ilk andan itibaren göğsüm kabarık bir haldeydim.

Ofise gelmeden, bu ülkenin mimarisi hakkında iki cümle kurabilmek için birkaç yazı okumuştum. Hatta Trinity Koleji'nin kütüphanesinde o kadar çok bilgi vardı ki şu an aklımda tutabildiğim tek şey genel olarak mimarinin Victoria Dönemi'nde oturduğuydu ve ansiklopedide gördüğüm resimlere bakılırsa ofisin bulunduğu bina da o döneme aitti. Dikkat çeken en önemli kısımsa, dışarıda gözlerinizi hayranlıkla binanın her yerinde gezdirmenizi sağlayan dönemin aurasının, kapıdan içeri girdiğiniz an yok olmasıydı. Kelimelerle anlatıldığında gözde çiğ ve uyumsuz bir birleşim gibi gelse de aslında tam tersine, modernliği eskinin içine güzelce yerleştirmişlerdi. Bu yüzden misafir kabul edilen ve resepsiyonun bulunduğu geniş açıklık, sütlü kahverengi mobilyalarla size başarıyı sunuyordu. Kırık beyaz resepsiyon masasının üzerindeki mor sümbüllerle başlayan ve birçok köşede yerini bulmuş bitkiler insanda daha samimi bir his yaratıyorlardı.

Harry'nin gerçekten büyük bir şirket yönettiğini biliyordum, internette birçok kez araştırma yapmıştım. Eleman alımının çok zor olduğunu ve hisselerinin ciddi anlamda yükseldiğini okuduğum her sayfada görmüştüm. Yine de burnumun ucuna naifçe öpücükler bırakan bu adamın, kapıdan girdiğiniz anda kendinize çeki düzen vermenizin gerektiği, bünyesinde işinde en iyi yüzlerce insanı barındıran bir şirketin sahibi olması bana inanılmaz geliyordu, iyi anlamda. Burayı nasıl bir zorlukta kurduğunu onlarca kez konuşmamıza rağmen elindekileri küçümsediğimi yeni yeni anlıyordum, çünkü böylesine bir küçüklük hissedeceğimi düşünmemiştim. O, hayal edebileceğimden çok daha fazlasıydı.

Resepsiyonda yirmili yaşlarının ortalarında olduklarını tahmin ettiğim iki görevli duruyordu. Beyaz gömleklerinin üzerinde yanlış okumuyorsam Grace ve Emily yazıyordu. Grace, ismiyle tezat bir şekilde yüzündeki makyajla pek şatafatlıydı. Ben işi bırakın, düğünlere giderken bile böylesine bir makyaj yapmıyordum. Emily ise, iş arkadaşının aksine siyah çerçeveli gözlüğüyle gayet zarifti. İlgilendikleri kişilere olan hareketlerine bakarak Grace'in ağzında sakızla dedikodu yapmayı seven, Emily'nin ise sessizce ona anlatılanları dinleyen fakat hiçbir itirazı olmayan biri olduğunu düşündüm. Kanımca iyi bir ikili olmuşlardı.

Lobide tekli koltuğa oturup sıramın gelmesini beklemeye karar verdim. Bez çantalarımı koltukta boş kalan kısma koyup iş telefonumu çıkardım. Arama yoktu fakat birkaç mesaj vardı. Hepsine uzun uzun cevap verdim. Kütüphanede başladığım makaleyi okumaya devam etme kararı alacaktım fakat Grace bana son derece kibar bir tonla seslendi. Telefonu hızlıca ceplerimden birine atıp resepsiyona doğru ilerledim.

"Merhaba, nasıl yardımcı olabilirim?"

Gözlerimin içine bakarak cevabı beklemesi gerekirken bakışlarını aşağıya indirdi. Kıyafetlerimi en ince ayrıntısına kadar inceledi, oysa incelenecek bir şey yoktu. Randevuya çıkacağım için şık giyinmek istesem de yanımdaki kıyafetler sınırlıydı ve araştırmam gereken konular vardı. Bana iş teklif bir okulun kütüphanesinde sessizce işimi görüp öğrencileri incelemek istiyorsam çok da ilgi çekmemeliydim. Bunu kıyafetimle sağlamıştım. Altımda spor olduğunu düşünmediğim boyfriend bir kotum vardı. Onun üstüne siyah boğazlı düz bir kazak ile siyah bir ceket giymiştim. Üzerime geçirdiğim koyu gri kabanımla şık bir sadeliğe ulaşmıştım. Tek ümidim aşırı elegant bir restoranta gitmememizdi.

circle | stylesHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin