"Süper kahramanlar her zaman pelerin takmaz, birçoğunun doğaüstü yetenekleri bile yoktur. Etrafınızda size yol gösteren, ışık tutan ve sizin için fedakârlıklarda bulunan bir insan varsa o sizin süper kahramanınızdır. Onu kaybetmeyin."
Ustamı öptükten sonra ayağa kalktım. Yanı başımdaki askerlerden biri kafasındaki başlığı ve maskesini çıkardı. İyice yanıma yaklaştı ve babacan bir tavırla omzuma vurdu "Kendini suçlama evlat. Senin yerinde kim olsa aynısını yapardı." Dedi. Vicdanımı rahatlatmaya çalışıyordu. Ancak ruhuma bir kene gibi yapışıp acı çekmeme sebep olan o akşamı, hafızam unutulmaz statüsüne yükseltmişti bile. Hayatım boyunca ne yaparsam yapayım o geceyi unutamayacağımı biliyordum.
Askerlerden biri benimle konuşan adamın yanına geldi, kulağına eğilip bir şeyler söyledi. Sanırım komutanları benimle konuşan kişiydi. Asker sözünü bitirip doğrulduğunda "Ne saçmalıyorsun sen? Bu nasıl olabilir? İyice bakın şuna. Öyle olsa biz fark ederdik." Diye öfkeyle bağırdı komutanı. Gözyaşlarım birden kesildi. Bir şeylerde hata yapmışlardı. Yoksa ustam ajan falan değil miydi? Hayır, bu saçmaydı. O kesinlikle bir ajandı. Teröristler için yaptığı bombaları kendi gözlerimle görmüştüm.
Öyleyse konu başkaydı. Acaba konu neydi? Fark edemedikleri şey neydi? Sonunda dayanamayıp sordum "Fark edemediğiniz şey ne?" diye sordum. Komutan "Önemli değil. Muhtemelen bir yanlış anlaşılma. Şimdi tekrar bakacaklar. Kesinlikle hata yapmışlardır. Sen bunları düşünme." Dedi. "Peki." Dedim sadece. Ancak aynı asker yine geldi. Aynı şekilde komutanın kulağına eğildi ve bir şeyler söyledi. Komutan "Tamam neredeler?" dedi. "Aşağıda olay yeri inceleme bakıyor." Dedi asker. Komutan ve asker hızla aşağı kata indiler.
Bir şeyler olduğu çok açıktı. Bana bir şey söylemeseler de bunu anlayabiliyordum. Ustamın ölümünü unutmuş, aklım tamamen onların ne karıştırdığına kaymıştı. İnsanlar böyleydi işte, merak korkuya, heyecana, üzüntüye kısacası bütün duygulara galip gelebilirdi. Zaten insanın bu dünya ile cezalandırılmasının sebebi Âdem ile Havva'nın merakı değil miydi? Merakları korkularına galip gelmiş ve yasak meyveyi yemişlerdi. Benim de şimdi merakım üzüntüme galip gelmiş, onları duymanın bir yolunu arıyordum.
Merdiven sahanlığına indim. Onların aşağıdan beni görmeyecekleri köşeye çöktüm. Başımı dizlerime dayadım ve ağlıyor gibi yaptım. Arada hıçkırmaya da özen gösteriyordum. Askerler yanımdan gelip geçerken benim üzgün olduğumu düşünüp bana bir şey demiyorlardı.
Aşağıdan sesler gelmeye başladı. Komutan belli ki çok kızgındı. "Nasıl fark edemezsiniz iki silahın olduğunu? Üstelik biri de kuru sıkıymış. Çocuğun kafasına dayadığı silah gerçek mi peki?" diye sordu komutan. Sesinde öfke, panik ne ararsanız vardı. "Hayır, kuru sıkı. Ancak bize sıktığı kurşunlar gerçek silahla sıkılmış." Dedi asker. Duyduklarım beni şoka uğrattı. Bu nasıl olurdu?
Düşüncelerimi komutanın sesi böldü "Demek bu yüzden fark edemedik. Bize gerçek silahla ateş edip, çocuğun kafasına kuru sıkıyı dayamış. Allah kahretsin. Herkes ağzını tutsun. Sakın kimse çocuğa tek bir söz bile söylemesin. Çocuk asla öğrenmeyecek." Dedi. Ancak artık çok geçti. Ben her şeyi duymuştum. Ustamın kafama dayadığı silah kurusıkıydı. Beni öldürmek istememişti. Sadece askerleri kandırmak için kafama dayamıştı. Bunu daha en başında bana söylemesine rağmen ben ona inanmamıştım.
Biz insanlar hep böyleydik zaten. Bir insanın bir yalanını yakaladığımızda artık her sözünde yalan söylüyor sanıyorduk. Bütün olanları sindirmem için birkaç dakika daha geçmesi gerekti. Ben ustamı yok yere öldürmüştüm. Evet, bunun anlamı buydu. Gözlerimin önü karardı. Ayağa kalkmaya çalıştım. Gidip soracaktım. Kesin yanlıştı. Ustamın ölümüne sebep ben olmamalıydım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BİR ÇINARIN FİLİZİ-TAMAMLANDI
Teen FictionBen yeryüzündeki lanetin vücut bulmuş haliyim. Kimi sevdiysem, kime dokunduysam hepsini lanetledim. Sıra da sen varsın. Lanetimi, sevgime katıp sana sunuyorum. Küçük yüreğinde taşıyabilir misin? Yoksa sen de kaçacak mısın?" diye sordum. Gözlerindeki...