2.2 - OTEL

16 2 0
                                    

Biraz sonra yine minibüste, Ömer dedemlere doğru gidiyorduk. Tren garı Kadıköy'de olduğu için akşam gara yakın bir otelde konaklamak istiyorduk. Çünkü trenimiz sabahın erken saatinde hareket edecekti. Bu yüzden Mehmet dedemlerin evi, kalmayı düşündüğümüz bu otellere daha yakın olduğundan önce uzakta olan Ömer dedemlerin sonra da Mehmet dedemlerin villasına uğradık. Ömer dedemde, Mehmet dedemde evlerine girdiğimiz vakit, üst katlarına çıktılar. Ne annem ne de babamla görüşmediler. Kısa süren bu vedalaşma ziyaretlerinden sonra minibüse bindik ve Kadıköy'de indik.

Uygun bir otel bulmak umudu ile bir saattir yürüyorduk ve havada kararmıştı ama bu süre zarfında karşımıza birçok otel çıkmasına ragmen çoğuna kafamızı çevirip de ikinci kez bakmamıştık. Annem ve babam, kendi ayakları üzerinde durmak istediklerinden, ninemlerden gelen her türlü yardımı kabul etmemişlerdi. Bu sebepten yolculuğumuz boyunca bütçemiz oldukça kısıtlıydı. Gördüğümüz bu otellerden birinde, bir gece konaklamamız demek, paramızın yarısından çoğunun bir gece de buharlaşması anlamına geliyordu. Bu yüzden bütçemize uygun bir otel bulacağımız inancı ile yürümeye devam ediyorduk.

Yarım saat daha yürüdükten sonra Kadıköy'ün arka sokaklarından birinde aradığımızı bulduk. Doğrusu aradığımız standartların epey altında bir oteldi ama bütçemize uygun görünüyordu hatta fazlasıyla uygun görünüyordu. Bu otelde kaldığımız için üzerine para dahi vermeleri gerekirdi. Dört katlı bir binaydı. Üçüncü kattan başlayıp, birinci katta son bulan otel yazısının lambaları patlak olduğundan yalnızca el kısmı yanıyordu. Uzaktan yalnızca el yazısı okunabildiğinden, bizde binaya yaklaşıncaya kadar otel olduğunu anlayamadık.

Bina boyasının hangi renk olduğunu anlamak mümkün değildi. Çatlaklar ile kaplı olan dış cephenin boyası, sıvaları o derece dökülmüştü ki kırmızı kiremitleri ortaya çıkmıştı. Sprey boya ile resimler, küfürler, özlü sözler ve daha neler bina üzerine yazılmıştı. Bu görüntü normal, namuslu, düzgün bir hayat süren her insanda olduğu gibi bizlerde de, içeri girmeden önce durup düşünmemize neden oldu. Bina adeta ne bakıp duruyorsunuz, arkanıza bile bakmadan yürüyün gidin, burası size göre değil, diyordu ama yine de girdik. Çünkü başka çaremiz yoktu. Yorgunduk, uykumuz gelmişti ve paramız azdı.

Zaten dış cepheden dolayı fazla bir beklentimiz de olmadığından içerinin görüntüsü de bizi çok şaşırtmadı. Dış kapı, iki kişinin yan yana yürümesi imkânsız olan koridora açılıyordu. Koridorun duvarları da dış cephe gibi yazılar ile kaplıydı. Bazı yerlerinde, tavandan başlayan akıntılar zeminde kadar yayılıyordu ve ortama hakim kokudan sızıntının temiz su borularından olmadığı anlaşılıyordu. Tavanda lamba için yer vardı ama ortada ampul yoktu. Koridorun ulaştığı yerden gelen sarı ışık ile bir yerler çarpmadan ilerlemek mümkün oluyordu.

Ayaklarımızın altında 30 ya da 40 yıl önce oldukça güzel göründüğünü tahmin ettiğim ama şimdi bir paçavradan başka bir şey olamayacak kırmızı renkli olduğunu düşündüğüm bir halı vardı. Kim bilir, bu oteli yıllar önce açan kişi bu kırmızı halıyı ne hayaller ile bu koridora sermişti. Belki de açılıştan birkaç yıl sonra otelin yeni şubelerini açmayı ve köşeyi dönmeyi hayal etmişti. Şuan ki halini görse ya da eğer görmüşse kim bilir ne büyük derece de bir hayal kırıklığı yaşardı ya da yaşamıştı.

Koridor bitti ve kare şeklinde bir hole çıktık. Göğüs hizasına gelen bir masa vardı. Üzerinde resepsiyon yazıyordu. Arkasında ki duvarda çakılı çiviler vardı ve çoğu paslanmıştı. Bu çivilerin üzerinde anahtarlar asılıydı. Masanın arkasında, kendi etrafında 360 derece dönebilen ofis koltuklarından bir tane vardı ama o da bu otel de yer alan diğer şeyler gibi eskiydi. Koltuğun sırt kısmında kalan bir parça siyah deriden, bir zamanlar deri ile kaplı göze hoş gelen bir koltuk olduğu tahmin edilebilirdi. Sağ tarafta yukarı katlara çıkan merdivenler vardı. Masa üzerinde, açık duran bir defter ile üzerinde ki kalemden başka şey yoktu.

BİR ŞEHRİN HİKAYESİ(Tamamlandı.)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin