3.26.BÖLÜM-ÇATLAK KADRİYE PLANI

17 0 0
                                    

Taşlara vuruyordum. Hava güneşliydi. Sıcaktı. Bu vakit yani sıcağın doruklara tırmandığı öğle saatlerinde, gölge altında olmak gerekirdi ama yürümek zorundaydım. Düşündüğümüz gibi sonuçlanırsa, hayırlı bir iş yapacaktık. Az ileride, ceviz büyüklüğünde bir taş gördüm. Vurmak için tam idealdi. Durdum. Ayakkabımın burnunu yere vurdum ve koşturdum. Sağ ayağım ile bir tane geçirdim. Sağlam vurmuştum. Taş fırladı gitti. Yürüdüğüm yol, okulumuzun yokuşuydu. Yani yokuş aşağı iniyordum. Taşa vurduktan birkaç saniye sonra yokuşun başında, köşeden çıkan Muhtar Ahmet göründü. Kafası önüne eğikti. Dalgındı. Galiba sıcaktan dolayı yorgundu. Aramızda 100 metre var ya da yoktu. KÜT. Diye bir ses duyuldu ve Muhtar bayıldı.

Duvara toslamışçasına aniden durdum. Şaşkındım. Şaşkınlığımın sürdüğü birkaç saniye içinde aklımdan bir sürü soru ve cevap geçti. Muhtara ne olmuştu? O ses neydi? Acaba benim vurduğum taş mı? Yok canım, benim vurduğum taş olamazdı. Olabilir miydi? Kabaca bir hesap yaptım. Benim taşa vurmam ile Muhtarın görünmesi arasında, yaklaşık 2-3 saniye geçmiş olmalıydı. Zaman olarak mümkün görünüyordu ama bayıltacak derecede sert vurmuş olamazdım ama yokuş aşağı giden taş, hız kazanmış olabilirdi. Ya öldüyse, katil mi olmuştu?. Belki de kafasına sıcak geçmişti. Tam Muhtar Ahmet bayıldığı esnada ise benim vurduğum taş, duvara filan çarpmıştır ve o KÜT sesi duyulmuştur. Kesin öyle olmalıydı.

Yokuş aşağı koşmaya başladım. Koşarken hala düşünüyordum. Muhtar Ahmet, kesinlik ile taştan bayılmış olamazdı. Kesin kafasına güneş geçmişti. Zihnimde, duyduğum KÜT sesini canlandırıyordum ve neye ait olabileceğini düşünüyordum. Cami kapısının yeni boyası ne kadar güzel olmuştu. Durdum. Az önce meydanda ki caminin yanından geçmiştim. Hızla arkama dündüm ve 200 metre geride, yokuşun başında yatan muhtarı gördüm. Sağ elim, alnıma şaplağı indirdi. Galiba güneş, benim başıma geçmişti. Koşarak muhtarın yanından geçip gitmişim. Camiyi görmesem, kim bilir köyün neresine kadar koşacaktım.

Yeniden koşturdum ve muhtarın yanına vardım. Kımıldamadan yatıyordu. Aklıma getirmek istemesem de engelleyemedim. Aynen ÖLÜ gibi yatıyordu. Bak işte, yine zihnimi işgal etti bu uğursuz kelime ÖLÜ. Yanında çömeldim. Yüzüstü yatıyordu. Sırtüstüne çevirdim. Alnı kanıyordu. Aklıma gelen ilk düşünce, kafasına aşırı güneş geçmesinden dolayı, çatlamış olduğuydu. Kulağımı göğsüne dayadım. GÜM. GÜM. GÜM. Doğruldum ve bir OH çektim. Yaşıyordu. Alnındaki yara da önemli gibi durmuyordu. Sarsmak ve ayıltmak için elim omzunu yakaladı ve muhtar hızla doğruldu. Böyle beklenmedik bir durum karşısında, korkmayan insanda anormallik vardır. Bende korktum ve gerilemek isterken, sırt üstü yıkıldım. Kafam, ufak bir şeye çarptı ve tık diye bir ses duydum. Doğruldum. Muhtar, eli kafasında inliyordu. Beni fark etmemişti. Çünkü arkasında kalmıştım. Konuştum:

"Muhtar amca, iyi misin?" dedim.

"Hı" dedi ve beni gördü: "Ali sen miydin? Ahhhh."

"Benim Muhtar amca, seni yolda yığılmış görünce, koştum geldim." Dedim.

"Ahhh. Şerefsizin biri kafama taş attı. Gözüm karardı. Bayılmışım. İt herif alnımı yarmış." Dedi.

Aklıma gelen ilk düşünce, benim taşa vurduğum anda yaramaz başka bir çocuğun, Muhtarın kafasına nişan alarak, taş fırlatması oldu. Evet, kesinlikle öyle olmuştu. Muhtarın kalkmasına yardım ettim. Sağlık ocağına gitmeyi teklif ettim ama kabul etmedi. Cebinden çıkardığı mendili, alnına bastırdı ve evine doğru yürümeye başladı. Bu arada olayın sıcaklığı ile acısını duymadığım kafam, sızlamaya başladı. Elim kafama dokundu. Yumurta gibi şişmişti. Elimi gözlerimin önüne götürdüm ve az biraz kan gördüm. Galiba derisi yüzülmüştü. Acaba kafama ne çarpmıştı? Yere çömeldim ve aradım. Onu gördüm. Benim ayağımla vurduğum taştı. O vakit, muhtarın kafasını da ben yarmış oluyordum ama adalet yerini bulmuştu. Benim kafam da, aynı taş tarafından yarılmıştı.

BİR ŞEHRİN HİKAYESİ(Tamamlandı.)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin