Artık okulda her zaman çektiğimin 10 katı ilgi çekiyorum. Dedikodunun yayılması 1 gün sürmemiş anlaşılan,nasıl mı? Şöyle;
Saat 10'da uyanıp duşumu alıyor, saçlarıma fön çekiyor, frenchlerimi düzeltiyorum. Ardından giyinme odama geçip dar siyah cigarette bir pantolon giyiyor, üstüne de omuzlarında siyah taşlar olan limon yeşili kısa bir kazak giyiyorum. Siyah Michael Kors çantamı omzuma takıyor, siyah stilettolarımı ayağıma geçiriyorum. Siyah güneş gözlüğümü saçlarıma taç görevi yapması için başıma takıyorum. Arabama geçiyorum.
Okulun otoparkına arabamı park edip dersimin olduğu binaya doğru yürürken etraftan insanlar birbirlerine beni gösterip bir şeyler diyor. Alışık olmadığım bir şey değil bu. Hakkımda konuşulması da öyle. Ama ilk kez, hakkımda tam olarak ne konuşulduğunu bilmiyorum. Tam o sırada Banu çıkıveriyor, kolumdan tutup beni peşinden sürüklemeye çalışıyor. Kolunu itiyorum ama peşinden gidiyorum. Sakin bir yerde duruyoruz.
"Ne zamandır çıkıyorsunuz?"
"Kimle?"
"Tolga'yla."
"Tolga'yla çıkmıyorum."
"Helin, yalan söylemenin alemi yok. Çıktığınızı tüm bölüm, tüm fakülte hatta tüm İstanbul biliyor!"
"Banu, diyelim ki çıkıyoruz, seni sinirlendiren ne?" (Bir dedikodu çıktıysa kullanalım azıcık değil mi? ;) )
"Sana ona liseden beri aşık olduğumu söylemiştim."
"Yani?"
"Boşver. Ne zamandır çıkıyorsunuz bilmiyorum ama hayırlı olsun."
Elindeki defterlere iyice sarılıp arkasını dönüp yürümeye başladı.
Umursamamı falan mı bekliyordu? Gerçekten etkilenmemiştim yani.
"Küstü kız sana."
Ben düşüncelere dalmışken yanıma gelen kişiyi fark etmemişim. İrkildim bir an. Konuşan kişinin Tolga olduğunu fark edince bir daha irkildim.
"Kim?"
"Banu."
"Boş yere küstü, dinlese gerek kalmazdı."
"Hadi ama, dinlese de çıkmadığımızı söylemezdin."
Sustum. Haklıydı.
Bal gibi HAKLIYDI. Niye bilmiyorum ama, o kızın bizim çıktığımızı sanmasını istemiştim.
"Artık amfide kızlarla oturuyor musun?"
"Gördüğün üzere tek arkadaşım az önce bana küstü." Yapmacık bir şekilde dudaklarımı büktüm.
Belki güler diye düşünmüştüm ama ifadesizliğini korudu. Öküz.
"12.30 da dersim var. Küçük amfide." Dedi.
"Benim de.."
"İyi."
Döndü ve gitti.
Burada olması gereken bana dönüp "Gel beraber gidelim" demesi falan değil miydi? Öküz. Buzağı. Ayı.
Telefonumun saatine baktım, derse 7 dakika vardı. Anca çıkar yer bulurdum zaten. Ağır ağır gittim amfiye.
Bu sefer bolca yer vardı. Şükürler olsun.
Gözüme bir yer kestirdim. Tam oturacaktım ki;
"Loubouttin! Gel!"
Bana ayakkabı markamla seslenecek tek adam Tolga'ydı. Yanındaki koltuğu gösteriyordu. Duvar kenarı olan bu koltuğun sol tarafındaki koltuğa kendisi geçmişti.
"Burada bolca yer var. Teşekkürler."
"Gel dedim." Öyle bir bakış attı ki, paşa paşa o koltuğa oturdum.
Tabi gururuma yediremiyordum. Dersin ortasında "Pis sapııık!" Diye bağırmayı düşünüyordum, ama tabiki yapamadım. Ders bittiği gibi ayaklandım, bileğimden tuttu, yerime tekrar oturmamı sağladı. "Ne oluyor?" Manasında bir bakış attım;
"Kalabalık. Herkes çıksın öyle çıkarsın."
Amfi biraz daha sakinleşince ayağa kalktı, yüzüme bile bakmadan çıktı gitti.
Öküzcük :)))))
Saat 13.30 du, 14.30'da bir dersim daha olduğu için kantine gittim, fincanda kahve istedim yine. En kuytu köşedeki, en sakin masaya oturdum, dışarıdan gelip geçenleri izlemeye koyuldum. Çimde yüzüstü uzanmış bir çift vardı, birbirlerine omuz atıyor, önlerindeki kitaba bakıp arada ders çalışıyormuş gibi yapıyorlardı. Bir an kızın yerine kendimi, oğlanın yerine Tolga'yı koydum. "İğrenç. Hiç bizlik bir hareket değil." Diye geçirdim içimden.
Biz mi? Ne diyordum ben?
Ben bu düşüncelere daldığım sırada yanıma gelen adamı fark etmemiştim. O gün kafede gördüğümüz çocuklardan biriydi. Tolgadan biraz daha cılızdı ve saçları daha uzuncaydı.
"Tolga Han nerde biliyor musun?"
"Hayır?"
"Arasana bi"
"Arayamam"
"Niye?"
Numarası yok. Diyemezdim. Demek istemiyordum. O da arkadaşlarına çıkmadığımızı söylememiş sonuçta. Bu oyun devam etmeli. Öyle istiyordum..
Telefonumu gösterip;
"Şarjı bitti." Dedim. O sırada telefon çalsa veya bir bildirim gelse ne rezil olurdum ama...
"Peki, sağol. Bu arada tanışmadık seninle sanırım. Ben Özkan." Elini uzattı.
"Helin." Elini sıkmadım. Yeni tanıştığım biriyle el ele geziyor muyum? Hayır. O zaman yeni tanıştığım biriyle temas etmeye hiç gerek yoktu.
Çocuk şaşkınlıkla arkasına döndü, gitti. Ben de çantamı alıp, amfiye yöneldim. Duvar kenarında bir koltuğa geçip, hocayı dinlemeye başladım.
Ders her zamanki gibi bitmek bilmemişti. Yaşlı hocamız son cümlesini söylediğinde benim de pilim bitmişti. Büyük amfide oluğumuzdan içerisi gerçekten kalabalıktı. Herkesin çıkmasını bekledim. Tolga yanımda olsa sırf sinir olsun diye en önden giderdim ama şuan burada değildi, ve benden yapmamı istediği şeyin ne kadar mantıklı olduğunu kapılara bakınca görebiliyordum..
Nihayet ortalık tenhalaşınca ben de kapıdan çıktım. Doğrusu en son beklediğim şey, karşımda O'nu görmekti. Sanki gerçekten sevgilisini görmüş gibi samimi bir gülümsemeyle bana bakıyordu. Arkamda birisi var mı diye bakmak istiyordum. Şayet bana değil de başkasına gülümsüyorsa rezil olabilirdim.
Önünden geçip gitmeyi planlıyordum ama ben normal bir tempoda yürürken, o da elimi tutup, aynı hızda yürümeye başladı. Gerçekten sevgili gibi görünüyorduk. Tam anlamıyla SEVGİLİ gibi..
"Bugün başka dersin yok değil mi?" Bunu söylerken bana bakmıyordu, el ele yürümeye devam ediyor, okulun ana kapısından çıkıyorduk.
"Evet, yok."
Cevap vermedi. Baya salak gibi kaldım ortada yani. Herneyse. Öyle elele otoparka kadar yürüdük, tam ben kendi arabama yöneliyordum ki, bileğimi tuttu.
"Buraya." Dedi. Gösterdiği tarafa baktığımda siyah bir Range Rover gördüm. Anlaşılan onun arabasıydı.
"Neden?" Dedim.
"Bir yere gideceğiz."
"İşim var."
"İşin yok."
"Var."
"İptal et." Dedi ve zorla denilebilecek bir şekilde arabaya binmemi sağladı.
Yol boyu konuşmadık. Şaşılacak bir durum değil tabi bu. 25-30 dakikalık bir yolculuk sonunda sahil kenarında güzel bir kafeye girdik. İstinyedeydik sanırım.
Valeye arabayı bıraktı, içeri girdik. Bize yönelen garsona "Terasta oturacağız." Dedi. Başıyla onaylayan garson masamızın başına geldi, ardından oturmam için sandalyemi çekti.
Country tarzı döşenmiş bir mekandı burası. İç kısma daha çok beyaz ahşaplar ve goblen kumaşlar hakimdi. Bizim bulunduğumuz teras kısmında ise sandalyeler ve yuvarlak masalar beyaz ferforjedendi. Her masanın üstünde pudra pembesi bir saksının içinde taze karanfiller vardı. Buraya teras deniyordu ancak merdivenle çıkılmıyordu. Kafenin bu kısmı denizin tam olarak üstündeydi. Yanınıza baktığınızda balıkları çok rahat görebiliyordunuz. Çok şık ve huzurlu bir yerdi. Burayı bu yaşıma kadar nasıl keşfedemediğimi düşünüyordum.
Sipariş almak için yanımıza bir garson geldi,
"Tolga Bey, ne arzu edersiniz?"
"İki türk kahvesi. Şekersiz." Dedi. Acaba benim de kahvemi böyle içtiğimi biliyor muydu, yoksa klasik "Ben ne istersem o." Tavrı mıydı? İlk seçenek olmasını gerçekten çok isterdim..
"Beğendin mi?" Dedi.
Bir an boş boş yüzüne baktım. Bana fikrimi mi soruyordu? Zorla getirmişti bir de. Dallama.
"Fena değil."
"Beğenmen iyi. Genelde burada takılacağız."
"Takılacağız?"
Bana doğru yaklaştı, sanki çok gizli bir şey söyler gibi;
"Yalandan sevgiliyiz ya." Dedi, göz kırptı. Allah'ım! Geliyorum sana! Bir insan nasıl bu kadar yakışıklı olabilir?
Coolluktan ödün verme Helin.. Diye geçirdim içimden..
"Evet o olay. Bu işe ne zaman son vereceğiz?"
"Ben istediğim zaman."
"Sebep?"
"Ne o? Rahatsız mısın?"
"Neden rahatsız olmayayım?" İster istemez kollarımı bağlamıştım.
"Yoksa sevgilin mi var?" Bunu söylerken gerçekten yüzü kaskatı kesilmişti.
Birkaç saniye birbirimize baktık, sonra ben başımı çevirdim.
Bu sefer alaycı bir ifadeyle;
"Yok demek" dedi. İlk kez 32 diş gülümsediğini görüyordum. Sakalları olmasına rağmen gamzeleri ortaya çıkmıştı. Mükemmelsin be adam!
O sırada garson kahvelerimizi getirmişti. Bebek mavisi dantel desenli fincanlarda mis gibi Türk Kahvesi..
"Sana ne?" Dedim.
Gerçekten sinirlenmiştim. Devam ettim;
"Sanki sevgilim olup olmaması umrunda.." Homurdanır gibi söylemiştim. Sesim cümlenin sonuna doğru azalmıştı ama tabiki dediğimi duymuştu. Ne yaptım ben ya? Diye düşünüyordum. Salak Helin! Tanımadığın bi adama neler söylüyosun ya!
"Bana bak. Gerçek sevgilim ol veya olma. Tolga'nın sevgilisi diye bilinen kadının başka erkeğin yanında işi olamaz. Bu yüzden, ben bu oyunu bitirene kadar, yanında erkek sinek bile görmeyeceğim. Kabul et veya etme. Ben bitti demeden o okulda bir kişi inanmaz bittiğine. O yüzden bana uymamak gibi bir şansın yok. İç kahveni şimdi."
Bu konuşmadan sonra napıcam? Kahve var, manzara var, içtim kahveyi. Ama kırılmıştım. Kimse beni böyle kullanamazdı. Ciddi anlamda rahatsız olmuştum.
Kahvelerimiz bitince hesabı ödedi, tekrar yola koyulduk. Israrlarıma rağmen beni okul otoparkına değil, evime bıraktı.
Her söylediğimin tersini yapmak zorunda mıydı? Adama bak ya!
Arabadan tam inerken bileğimi tuttu yine. Sonunda biriken sinirle "Ne var?!" Diye bir bağırmışım, o sesin benden çıktığına kimse inanamaz. Bir de üstüne gözlerimin dolmasın mı? Süper ya. Valla süper dünya tersime işliyordu resmen.
Bileğimdeki eli elime geçti. Yüzünde yumuşak bir ifade vardı;
"Bak küçük hanım; Hayatımda ilk kez bir kızın içtiği içeceğe dikkat ettim, ilk kez bir kız için kavga ettim ve ilk kez, bir kızı dersi bitene kadar kapıda bekledim. Oyun olsun veya olmasın, şuan benim sevgilimsin,bunu unutma. Şimdi eve gir, yarın görüşürüz." Dedi. Elimi bıraktı. Duyduğum lafların etkisindeydim, arabadan indim, kapıya vardığımda motorun sesini duydum. İçeri girene kadar beklemişti.
Bu adamın amacı neydi?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Yarı'm #wattys2016
RomanceHikayeyi okurken ve okuduktan sonra hiçbir erkeği ve ilişkiyi beğenmemeniz, bu durum sonucunda da ebediyen yalnız kalmanız durumundan yazar kesinlikle sorumlu değildir. Ve önemli not; Mıçmıç, sulu bir aşk okumak istiyorsan, sevgili okuyucu; Lise ho...