".. hayatımda yaptığım en akıllıca şeydi."

208K 7.7K 405
                                    

"Söz, namustur. Adamı adam yapan da sözüdür. Ben onu sana emanet ettim, sahip çık, tamam mı?"

Söyleyecek laf, yapacak fiil yoktu. Öylece bakıyordum ona. Sadece bakıyordum.

"Bu bir evlilik teklifi miydi?" Dedim sonunda.
"Hayır, teklif değil. Haber veriyorum sadece. Dikkat edersen 'Evlenir misin?' Demiyorum. 'Evleneceğiz.' diyorum."

Şaşkın şaşkın bakıyordum..

"Ne diyorsun?" Dedi.

"İstediğinin bu olduğuna emin misin? Bak ben biraz safım, biliyorsun. Sonra kıskancım, süslüyüm, ne bileyim, çocuk gibiyim ben. Çok becerikli sayılmam, iyi bir avukat da olmayacağım ileride. Benimle evlenmek istediğine emin misin?"
"Dağınık bir adamım, sinirliyim, aşırı kıskancım. Büyük ihtimal evlenince iş dönüşü çoraplarımı ortalığa atarım. Huyusuz bir adamım ben. Ütüsüz gömlek giyemem mesela. Her yemeği sevmem. Sonra, sıkı bir baba olurum. Özellikle kızlarımı Kız Kulesi'ndeki prenses gibi büyütürüm, kimsenin görmesine izin vermem. Giydiğine karışır, gittiğin her yeri bilmek isterim. Benim gibi bir adamla evlenmek istediğine emin misin?"
Gülümsedim.
"Eminim." Dedim.
Tekrarladı;
"Eminim."

Bu sefer sarılan ben oldum. Sımsıkı sarıldım ona.
Hayatımda ilk kez aşık olmuş, ilk kez biriyle çıkmaya başlamıştım. İlk kez bir erkekle el ele tutuşmuş, sarılmıştım. Ve şimdi, sol elimde onun yüzüğünü taşıyordum. Gelecekte kocam, belki de çocuklarımın babası olacaktı. Vakti gelince iyice yaşlanacak, evin içinde bastonlarla gezecek, birbirimize sataşıp duracaktık belki de.. Kim bilir..

"Üşümüşsün Helin, otele dönüyoruz."
Başımı göğsünden kaldırıp suratına baktım, elleri hala belimdeydi.
"Şu romantik anı bozmasan?"
"Otelde sarılırım ben sana."
"Otelde Eiffel Kulesi yok."
"Tonlarca kilo ağırlığında, demir çomaklarının birleşiminden oluşmuş şu kulenin,romantikliği ne?"
"Sen anlamazsın.."
"Nedenmiş?"
"Odunsun çünkü."
"Heliin."
"Sustum."

Tolga üşüdüğüm için şoföre haber vermişti, otele arabayla dönecektik.
Şoförün geleceği yere doğru yürüyorduk. Tolga telefonuyla uğraşıyordu.
Kısa süre sonra kulağına götürdü telefonu.
"Söyle Ahmet."
"Aferin koçum. Yarın sabah hallederler, değil mi?"
"Güzel. Konuşuruz yarın yine."

Telefonu kapattı.
"Ne oldu?" Dedim merakla.
"Yarın sabah babamın evini basacaklar." Dedi, sırıtarak.
"Ne?! Nasıl?"
"Rüşvetle aldıkları birkaç (!) davayı bulup emniyete teslim etmiş, birisi (!)"
"Kim acabaa?" Dedim sırıtarak.
"Büyük bir suçlama bu. Büyük ihtimal kefaretle serbest bırakılır, ama evden takip edilir. "
"Yani.."
"Evet, bir iki hafta içinde Türkiye'ye dönebileceğiz."
Hem aileme kavuşacak olmanın sevincini, hem de bu rüyadan uyanacak olmanın huzursuzluğunu yaşıyordum. En azından beraberiz, diye düşündüm. Beraberiz...

"Tehlikeli olmayacak mı?"
"Her an tehlikedeyiz zaten. Ama babamın gücü kısmen zayıflamış olacak. Burada ne kadar tehlikedeysek, orada da o kadar."

Başımla onayladım.


Yorgun bir şekilde otele gelince, Tolga eşofmanlarını giyip direkt olarak uyumuştu. Uyuması güzel şeydi, tamam ama, bir saat önce evlenme kararı aldık, ne bileyim azıcık muhabbet falan etseydik yani. Herneyse, evlenme kararını alan da oydu zaten. İnsan bi sorar değil mi? Yok, öküz işte.
İçimden her ne kadar böyle düşünüyor olursam olayım, beş dakikada bir sol elimi havaya kaldırıp bakıyor, gülmeye başlıyordum.
Şimdi Pelin olsa;
"Oha Abla! Elmas bu! Anneminkinden bile büyük! Çook güzeeel!" Diye bağırışıyor olurdu.
İçimdeki özlemi bastırmaya çalıştım. Tolga burada, Helin. En azından o burada.

Yarı'm #wattys2016Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin