Gidiyorum...

125 63 16
                                    

( 3 ay sonra.. )

" Anne bilgisayarımı koyma, elimde taşıyacağım." Üniversite sınavından çıkalı yaklaşık 2 ay oldu. Planladığımız gibi yüksek bir puan aldım ve Fransa 'ya gidiyorum. Onur kaç puan aldı, hangi üniversiteye yazıldı, Şu an ne yapıyor? Hiçbirini bilmiyorum. Bildiğim tek şey vardı o da artık onu düşünmemem gerektiği.

" Tamam kızım çantanı buraya koydum, alırsın." Dedi annem ağlayarak.

" Yaa anne niye ağlıyorsun? Zaten hergün görüntülü konuşacağız ve her tatilimde geleceğim." Dedim anneme sarılarak.

" Kızım yan yana olmanın yerini hiç bir şey tutmuyor ki."

" Anne biraz daha böyle davranırsan gitmekten vazgeçeceğim, haberin olsun." Dedim gülümseyerek.

" Tamam tamam ağlamak yok, üzülmek yok." Annem gözyaşlarını sildi.

" Kızlar neredesiniz?" Babam içeriye tebessüm ederek girdi. O da çok üzülüyordu buna ama hem beni hem de annemi üzmek istemiyordu.

" Oo benim çiçeklerim duygusallaşmış mı?" Dedi babam, ikimize birden sarıldı.

" Yok yaa ne duygusallaşacağız. Gözüme toz kaçtı benim." Annemin demesiyle toz kaçmıştı. Bu toz da hep vedalaşmalara falan denk geliyor.

" Tamam tamam, Nehir hazır mısın kızım? Artık gitmemiz lazım yoksa uçağı kaçıracaksın." Kafamı aşağı yukarı salladım.

" Evet baba... hazırım. Bir tek bavulları arabaya yerleştirmek kaldı."

" Hadi gel ben sana yardım edeyim." Hep beraber bavulları arabaya yerleştirdik. Biz de arabaya yerleştikten sonra havalimanına doğru gitmeye başladık. Araba da annemin nasihatlarını, babamın kurallarını dinledim yol boyunca. Hepsine de kafa salladım. Radyo da çalan şarkının sözleri çok dikkatimi çekti. Sanki bu... bizi, yaşadıklarımızı anlatıyordu.

Suç sende değil, çekip gidesim varmış
Kal demek kolay değil, elin havada kalmış

Gidiyorum yolcu et, unutacağız elbet
Bu şehir bu sonbahar, artık sana emanet
Gidiyorum yolcu et, unutacağız elbet
O günler o ilk bahar, hiç yaşanmadı farz et...

Gerçekten de gidiyorum ve ne bir mesaj attı ne aradı ne de geldi. Onur da haklı, bana kendi dedi " Gidersem bir daha gelmem." Diye ve bende ona " Git." Dedim. Ne bekliyorum ki? Araba' nın durmasıyla kendime gelip arabadan indim. Kızlarla ve Selimle dün vedalaştığım için bugün sadece yanımda annem ile babam var. Bavullarımı arabadan indirip annemler ile de vedalaştım. Güvenlik kontrollerinden de geçtikten sonra uçağa doğru ilerledim. Son bir kez arkama baktım.
İstanbul ile de vedalaştıktan sonra Uçağa bindim. Koltuğuma oturdum. Koltuğum cam kenarıydı. Kulaklıklarımı takıp müzik dinlemeye başladım... Gerçekten de gidiyordum.

( 5 yıl sonra.. )

Eğitimimi tamamlayalı 1 ay oldu ve artık Türkiye 'ye dönüyorum. Zaman bir su misali gibi akıp geçmişti. Size burada yaşadıklarımdan bahsetmeme gerek bile yok.           Okuldan eve, evden de okula... bazen de belki çok samimi olmadığım -daha doğrusu olamadığım- arkadaşlarımla takılıyordum. Aslında Fransa' dan bir sürü teklif aldım ama hepsini reddettim. Babamın şirketi varken neden başka bir yerde çalışayım ki?
Şimdi de evimle vedalaşıyorum. Eşyalarımı topladım ve birazdan havalimanına gideceğim. Oradan da Türkiye 'ye. Çalan telefonumla birlikte ayağa kalkıp masa da duran telefonumu elime aldım. Arayan Selindi.

" Alo."

" Alo. Nehir ne yapıyorsun? Kızım hadi çabuk gel seni çok özledik."

" Pilota söylerim hızlı kullanır uçağı." Dedim gülerek.

" Ha ha ha çok komik." Dedi gülerek. Ben de onları çok özledim. Aslında daha 3 ay önce görüştük, her gün de görüntülü konuşuyorduk ama yine de insan özlüyordu. Aynı başka birini özlediğim gibi...
Gerçi onu 5 yıldır hiç görmedim, sesini duymadım... Sadece fotoğraflar ile yetindim. Kızlara soramadım. Nasıl? Ne yapıyor? Diye. Belki onlardan utandım, belki de kendime onu sesli olarak hatırlatarak acı çektirmek istemedim. Bilmiyorum. Aslında belki de onu gerçekten unutmak için kendimi kandırıyordum... Selinle biraz konuştuktan sonra eşyalarımı alarak havalimanına gittim. Uçağa bindim. Her zamanki gibi kulaklığımı takıp dışarıyı izlemeye başladım.
Türkiye 'ye, yani İstanbul 'a geldiğimde derin bir nefes alarak babamı aradım. Tam 5 yıl önce de burada bu koltukta, aynı kişiye aynı aşkla oturmuştum. Gerçekten insan yedisinde neyse yetmişinde de oymuş.

" Alo Nehir, kızım geldin mi?"

" Evet baba, neredesiniz siz?"

" Kızım sen otoparka doğru gel biz seni buluruz." Sanki telefondan babam beni görecekmiş gibi kafamı salladım.

" Tamam." Otaparka doğru ilerledim. Annem ile babam bana doğru gelip sarıldılar. Hasret giderdikten sonra arabaya binip eve gittik. Odama çıktım. Odamı da özlemiştim. Üstümü değiştirip yatağıma yattım.
Alarmımın sesiyle uyandığımda etraf karanlıktı. Telefonu elime alıp alarmımı kapattım ve saate baktım. Saat 22.00 olmuştu. Doğru ya zaten alarmı da 22.00' a kurmuştum. Elimi yüzümü yıkayıp annemlerin yanına salona gittim.

" Ooo bizim uykucu uyanmış." Dedi babam. Tekli koltuğa oturup bağdaş kurdum.

" Baba yaa." Hep beraber güldüğümüz sırada aklıma şirket işi geldi.

" Baba aslında şu şirket işini konuşsak iyi olur." Babam televizyonun sesini kısıp bana doğru döndü.

" Doğru diyorsun. Kızım benim aklımdaki plan şu, diyorum ki yarın beraber şirkete gidelim seni herkesle tanıştırıp şirketi gezdireyim." Kafamı salladım.

" Tamam baba. Peki saat kaçta gideceğiz?"

" Sen daha yeni geldin. İstediğin zaman gideriz."

" Saat 10-11 gibi olur mu?" Dedim tereddüt ederek. Niye tereddüt ettiğimi de bilmiyorum.

" Olur kızım. Bu arada sana bir haberim var."
Ne? Haber mi? Çok merak ettim.

" Haber mi? "

" Evet haber. Selim şirketlerinin başına geçti ve artık Akkaya holding ile ortağız." Ben de haber deyince Onur ile ilgili bir şey oldu sanmıştım. Gerçi böyle bir haberi de babam vermezdi.

" Hmm çok iyi bir haber." Dedim gülümseyerek. Yapmacık bir gülümsemeyle.

" Değil mi? Bir de bu yıl şirketimize birkaç genç yetenek aldık. Hepsi zehir gibi..." Babam bana şirket hakkında bilgiler verirken o kadar çok sıkılıyordum ki birazdan şirkette çalışmaktan vazgeçeceğim. Ailecek sohbet ettik. Onların uykuları geldi ve yattılar. Ben ise mutfağa gittim ve kendime vişne suyu koydum. Vişne suyumu da alarak odamdaki balkona çıktım. En son vişne suyu içmek istediğimde hayatım değişmişti ama... olsun. Sanki vişne suyu hayatıma dökülmüştü ve lekesini bir türlü çıkaramamıştım.
5 yıl ne kadar da çabuk geçmişti. Onur 'un sınıfımıza geldiği gün dün gibi aklımda. Mezuniyet, yangın merdivenleri... hepsi dün gibiler. Anılarımızı hatırlayınca gözlerimden yaşlar aktı.

Neyse artık önüme, önümüze bakmamız gerek. Belki o da beni unutmamıştır. Belki o da beni hâlâ seviyordur. Belki şu an o da beni düşünüyordur. Gerçi öyle olsaydı bir kereliğine bile olsa arar, mesaj atardı ama o hiç savaşmadan kaçtı, gitti. Beni bu yangında bir başıma bırakıp gitti. Ece Ayhan 'ın da sorguladığı gibi,

Vücudunun %70 'i su olan bir canlının nasıl olur da içi yanar...

Çok güzel ve çok anlamlı bir sözdü. İçimizi kor alevler sarıyordu ama bir türlü söndüremiyorduk. Tek bir ilacımız vardı, o da bizim değildi zaten. Kendi yangınımı kendim yarattım ve şimdi cayır cayırdım. Üzülmeye de, yanmaya da hakkım yoktu.

Mutlu S.O.NHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin