Her sabahı aynı başlayan günlerimden birinin daha sabahındaydım. Babam yemeğe çağırmamış olmalıydı ki boy aynamın karşısında sızıp kalmıştım. Aynadaki aksime bakınca şişmiş gözler karşıladı beni. Koyu kızıl saçlarım perdenin arasından sızan gün ışıklarıyla alev rengini almışlardı.
Burak beni eve bıraktıktan sonra neler olmuştu? Ah, olan buydu işte. Sol göğsümün derinliklerindeki acı tekrar kendini hatırlattı. Basit bir karşılaşma ve basit bir nezaket göstergesiydi tüm olanlar. Öyleyse bu sızı neden başlamıştı ve neden dinmiyordu?
Önce telefonum, birkaç saniye sonrasındaysa kapının zili çaldı. Arayan Yasemin'di. Aramasını yanıtsız bırakarak aşağı indim. Babam benden önce davranmıştı. Gerçekten tuhaf görünüyor olmalıydım ki ikisi de bana şaşkın ifadelerle bakıyorlardı.
"Günaydın Yasmin."
Böyle derdim ona. Meleğimin adındaki o ''e'' nin içten olmadığını düşünürdüm hep.
"Günaydın. Neden hala hazırlanmadın?" dedi hayal kırıklığı sezinlediğim bir sesle. Sarı buklelerinin önünde mavi bir saç bandajı vardı. O gün çok beğenmiştim o bandajı. Fakat şimdi biliyorum ki mavinin hiçbir tonu turkuaz gözlerin derinliğine erişemez.
Gözlerimi devirdim. Bu bir mahcubiyet ifadesi değildi. O da bunu çok iyi biliyordu zaten. Basamakları koşarak çıkmaya başladım. Tırabzanın pürüzsüz yüzeyi el ayamın altında kayıyordu. Arkamdan hızlıca çıktı merdivenleri. Odama girdik.
"Heyecanlı mısın doğum günü meleği?" dedim ellerini avuçlarıma alarak. "Öyle deme bana, kalbim fırlayacak gibi." Dedi tüm soğukkanlılığını rafa kaldırarak. Heyecandan ölüyordu.
"Yasmin heyecanlanacak bir şey yok ki, kimsenin seni istemeye geldiği falan yok. Her sene ki gibi bir doğum günü sadece." İnce dudakları dümdüz oldu. Kırılmıştı sanki sözlerime. Mahzunlaşmıştı. Yatağımın üzerine usulca oturdu.
"O da doğru." diyebildi. "Eee, ne giyeceksin bakalım?" dedi zoraki bir mutlulukla. Konuyu değiştirmek istiyordu. O ana kadar hiç düşünmediğimi fark ettim. Sahi ne giyecektim ben?
"Sen karar ver, yoksa dolabı açıp saatlerce düşünsem de bir seçim bekleme benden."
Kararsızlık kavramının vücut bulmuş haliydim. En basit seçimler, zor kararlar, hepsi birer ölümdü benim için. Gülümseyerek kalktı ve dolabımı açtı.
"Bakalım burada neler varmış." Dedi gözleriyle beni yoklayarak. Neler olduğunu adı gibi biliyordu. Ben onsuz alışveriş bile yapamazdım ki.
"Şu lacivert olana ne dersin?" dedi kendinden emin bir şekilde. Ellerinde asırlar öncesinden kalma, bir ikinci el mağazasından nezaketen aldığım elbise duruyordu.
"Onu giyer miyim sanıyorsun?" dedim kollarımı birbirine kenetleyerek. "Yapma ama, klasik şeyler sana çok yakışıyor." Dedi askıyı bana uzatarak. Omuzlarımı silktim. Ellerini dolabın derinliklerine daldırdı.
" İşte bu!"
Ne bulduğunu merak etmiştim. Askısıyla yavaşça yukarı kaldırdı. Koyu yeşil, dizüstü bir elbiseydi. Koyu kızıl saçlarım elbisenin yeşil kumaşıyla çok hoş bir uyum sağlamıştı. Aynada gözlerimi kırparak elbiseyi onayladım.
Şimdi dönüp bakıyorum da, aynada yan yana geçirdiğimiz o saniyeler karşılığın ödeyemeyeceğim kadar değerliydi.
Hayat verdiği her şeyi faiziyle alıyordu. Ve alacak bir şey kalmadığında kalbime gelen icrayla, son parçamı da benden istiyordu. Bir kalbim var mı merak ediyorum. Solumda taşıdığım o taş parçasında vicdanın zerreleri kalmış mı? Sonra, karşı çıkıyor içimde birileri, vicdanın yoksa bu çektiğin azap ne diyor, cevap veremiyorum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
CAMDAN KALP // #Wattys2017
Teen FictionYEDİ YIL ÖNCEYDİ. ON YEDİ YAŞIMDA TÜM KADERİMİ BAŞTAN YAZACAK ŞEYLER YAŞAYACAĞIMI NEREDEN BİLECEKTİM Kİ...