"Bir garajdaydım. Ellerim arkamda sabitlenmiş, defalarca üzerimden zincir geçirilerek kolona sabitlenen bedenimde morluklar vardı. Karşımdaki sarışın şeytan turkuaz gözleriyle hıçkıra hıçkıra ağlıyordu. Yerde oturuyordu. Dizlerini karnına çekmiş, duvara yasladığı vücudunu ileri geri sallayarak ağlıyordu.
Gözlerimde sabitlediği bakışlarında okuyamadığım şeyler vardı. Tefsirine girişsem ciltler yazabileceğim bu gözler artık bana hiçbir şey ifade etmiyordu. Derin bir nefes çekip zincirleri zorladım. Koyu olan her şey siyaha, açık olan her şeyse griye çalıyordu. Yalnızca şeytanın elbisesi beyazdı. İnce dudakları kıvrılırken okuyabiliyordum düşen kelimeleri. "Beni affet." Yalvararak ağlıyordu. Zincirler daha da sıkarken bileklerimi, ondan yardım istememek için dişlerimi sıktım.
Sesi gitgide yükseliyor, hıçkırıkları tahammül edilemez bir hal alıyordu. Görüntüsü dalgalanmaya başladı. Bulanık bir siluete dönüştü, sonra kayboldu. Zincirler de yok olmuştu. Garajın çıplak duvarlarında tanıdık bir melodi yankılanmaya başladı."
Alarmımın bağırmasıyla yerimden fırladım. Bu hareket kemiklerime dayanılmaz bir baskı uygulamıştı. Komodinimin üzerindeki tokayla saçlarımı topladım. Rüya ya da kabus, gördüğüm şey her neyse ona lanet ettim. Gitgide aside dönüşen nefretim, şişemi aşındırıyordu. Bir aşka doğru orantılı olarak büyür müydü bir nefret? Burak' a ne denli aşıksam, o kızdan o kadar nefret ediyordum.
Yıllarca içimde taşıdığım hançeri kılıfsız bıraktığı için... Beni küçük düşürdüğü için... Ve her şeye tahammülüm vardı fakat beni güçsüz bıraktığı için... O şeytandan tiksiniyordum. Hayatımın her köşesinin onun bir tutam sarı saçıyla örülü oluşu öfkemin bilenmesine neden oluyordu.
Aşık olduğum adam benimleydi. Kanıma karışmıştı, ben onundum artık. Bilinçaltımdan defolup gitmesini diliyordum. Anılarımda, yüzü kesilmiş fotoğraflara dönüşmesini... Rüyamı tabire girişmeyecektim bile. Bedenimin güçsüzlüğü ruhuma tesir etmişti işte, girmesine engel olamamıştım.
Günler sonra okula gitmek zorundaydım. Bu haldeyken istesem birkaç hafta rapor alabilirdim lakin bu kadar halsizliğe katlanamayacaktım. Boğazlı, gri bir kazağı hızla üzerime geçirip, siyah kotumu giydim.
Gözlerimin altlarını kapatıcıyla gizledikten sonra, dudağıma renk gelmesi için bordo ruju yedirdim. Bedenimdeki çökmüşlüğü her an hissetsem de kendimden beklemediğim kadar seri hareket ediyordum. Çantama gereken birkaç şeyi aldıktan sonra merdivenlere yöneldim. Ah, acı işte burada başlamıştı. Çığlık atmak istemiyordum.
Adımımı geri alıp, kendimi hazırladım. Sabahın erken saatlerinde bir kilit sesi duymuştum. Babam odasında uyuyor olmalıydı. Onun uyanmasını göze alamayarak, tırabzanlara sımsıkı tutundum. Yavaşta olsa bu basamakları kendi başıma inecektim. Babam şüphelenebilirdi. Etime saplanan acıya rağmen basamakların sonuna geldim.
Mutfağa girip girmemekte kısa bir tereddüt yaşadıktan sonra dış kapıya yöneldim. Portmantodan aldığım uzun atkıyı boynuma dolayıp, ceketimi giydim. Ayakkabılarımı giyerken bir elimle kapının koluna uzanıp açmaya çalıştım.
Dışarıda bekleyeni görünce şaşırmadan edemedim. Yiğit' ti bu. Ciddi ciddi hep böyle mi olacaktı yani? Çantamda titreyen telefonumu elime alınca şaşkınlığım daha da arttı. Emre abiden tam 17 arama vardı ve bir yenisi de şuan da devam ediyordu. Telefonu kapatıp, bahçe çıkışına ilerledim.
"Günaydın."
"Günaydın efendim."
"Gerek yoktu Yiğit, gerçekten. Kendim halledebilirim."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
CAMDAN KALP // #Wattys2017
Novela JuvenilYEDİ YIL ÖNCEYDİ. ON YEDİ YAŞIMDA TÜM KADERİMİ BAŞTAN YAZACAK ŞEYLER YAŞAYACAĞIMI NEREDEN BİLECEKTİM Kİ...